Yaşımız, yaşantımız ve yaşayamadıklarımız

Yaşımız yetmezse yaşantımız yeter!” demiş Adana’daki çocuklardan birisi. Hamile kediyi köpeğe parçalattıkları için karakola götürülürken. 

Muhtemelen görmek istediler. Parçalanma nasıl oluyor, işte onu görmek, izlemek istediler. Ne istediklerini pek bilmeden. Kendi parçalanmışlıklarını kendi bedenleri, kendi yaşantıları dışında görmek, izlemek istediler. Yani en iyi bildikleri şeyi…   

Zaten ağzından bir çırpıda çıkıveren söz de onu anlatmıyor mu, “Yaşımız yetmezse yaşantımız yeter!” Yani: “Size, hayata, âleme yaşımız yetmezse içinde bize çok şey yaşatan yaşama biçimimiz yeter!”

Bu “büyük” lafı söyleyen çocuğu kimin, kimlerin, neyin parçaladığı ise pek gündeme gelmedi. Gelmez de zaten. Cevabı belli işte: yoksulluk, eğitimsizlik, parçalanmış aile vs. vs. Üstünde durmaya değmez şeyler bunlar. Heyecanı yok!

Görüntüler tepki çekince gözaltına alındı çocuklar. Hâlbuki dillerden düşmeyen dizilerin çocukları değil mi onlar? Yakın zamanın meşhur Adana temalı dizilerinin çocukları değiller mi? Bu çocukları ekranda izlemek, kitaplarda okumak güzel de gerçek hayatta karşılaşmak... İşte onu kimse istemiyor. Zaten kim sever ki böylesine kaybedenleri!

Ama çocuk, “polis abi”lerinin kolları altında karakola girerken, gazetecilere, kameramana o “büyük” lafı söylerken pek kaybeden gibi değildi. Daha çok eğlenen, eğlendirdiğini de bilen bir umursamazlık içinde konuşuyordu. Sanki.

Hamile kediyi köpeğe parçalatmak... Bir çocuk neden böyle şeyler yapar biliyor musunuz? Kendi başına gelenleri kendinden uzaklaştırmak için, zihninden uzakta kılmak için.  

Parçalatmak ve bundan keyif almak! Olan bitene uzaktan bakınca düşüncesi bile hakikaten insanın içini kaldırıyor, aklını eziyor. Ama yakından bakınca “normal” değil mi? Kuş vurmak, horoz dövüştürmek, kedi parçalatmak, köpekleri kapıştırmak insan boğazlamanın, milleti ezip geçmenin, koca bir ülkenin, koca bir insanlığın üstünde tepinmenin yanında ne ki!

Hepimizin hayatı, yaşantısı her gün ve her gün parçalanırken, en parlak zihinler bile iğdiş edilirken, her birimizin beyni öğüm öğüm öğütülürken tüm hayatı muhtemelen paramparça üç çocuk bir kedi parçalatmış, izlemiş... Anormal olan hangisi ki? 

Her gün, ama her gün kaç parçalama, kaç parçalanma, parçalatma izliyoruz, duyuyoruz? Ne ki! 

Mesela, haberi bu çocuklarla arka arkaya geldi: Trans birey Didem Akay intihar etmiş. Birkaç gün önce. Arkadaşları açıkladı: “yaşadığı baskılara daha fazla dayanamayarak”, dediler. Didem’in arkadaşı Hande Kader’i parçalarken hayat, öylece izlemedik mi? Ya da yine bu hafta, üniversite sınavında beklediği puanı alamadığı için ölümü seçen çocuklar! Onları da izlemedik mi? Tüm bunlar gözümüzün önünde olup bitmekte. Hangisi normal? 

Ama Türkiye pazarı burası. Çocuğun ağzından dökülüveren sözü değerlendiren kesin çıkar! Artık film mi çekerler, dizi mi yaparlar, kitap mı yazarlar? Kim bilir? Gerçi nereden baksak 10 yıl boyunca bunlar yazıldı, çizildi, çekildi. Çocuklar baki kaldı; onları yazan yazarların, çeken yönetmenlerin cebi doldu. Afili afili! Ne garip!

Gerçeği rahatsız edici ama fantezisi “best-seller”! Ne garip!

Öyle değil mi?

Mesela Almanya’da “Türken Raus” denilmesinden rahatsızlık duyanlar burada “Suriyeli” istemiyor. Fransa’da banliyöleri yakan Afrikalı çocukları alkışlayanlar, burada göçmen çocukların büyümesinden korkuyor! 

Gerçeği rahatsız edici ama fantezisi “best-seller”!

Ama hepsi birbirine bağlı: Adanalı çocukların umarsız gözüdönmüşlüğü, Didem Akay’ın intiharı, sınav sonuçlarıyla erkenden biten hayatlar ve istenmeyen Suriyeliler. Hepsi aynı parçalanmışlığın tamamlayıcısı.

Mesele modernite, geri kalmışlık ve eğitimsizlik falan değil. Mesele bireysel trajediler, bozuk aile düzeni ve fıtrat da değil! Mesele şu yaşadığımız hayat. Mesele yaşantımızın maddi temelleri. İnsanların, bizim, hepimizin paramparça hayatları şu kat kat yükselen gökdelenlerde, yayım yayım yayılan AVM'lerde, hiç gocunmadan açıklanan banka kârlarında birikiyor. Mesele bu!

Ve mesele yaşayamadıklarımız.

Bunun milleti yok. Parçalanmışlığın, itilip kakılmanın milleti yok! Sınıfı var! Küçük yaşlara büyük yaşantılar sığdıranların milleti değil, sınıfı var!

İnsanlarını, çocuklarını, kedilerini, köpeklerini birbirine parçalatan ve bunu öylece izleyen bir toplumuz artık.

İster beğenin ister beğenmeyin. 

Tüm bunları değiştirmeye yaşantımız yetmez mi? 

Haydi, yaşantımız yetmesin ama bu bir çağrıdır, bu yaşa kadar yaşadıklarımız yetsin. Yetsin ve bitsin bu parçalayıcı, öğütücü düzen.

Kedilerimiz, köpeklerimiz, çocuklarımız ve kendimiz için.

Yaşayamadığımız hayatlarımız için.