Susam Sokağı ve halk için psikoterapi

Diyeceksiniz ki “Ne alakası var?” Ama var.

Psikiyatri tarihi sadece piyasacı işlerden ibaret değil. “Halkçı” bir tarihi de var psikiyatrinin. Hem de öyle böyle değil. Bayağı derin ve de etkili. Geniş halk kesimleri için yapılmış birçok psikoterapi girişimi var. Düzene uyumlulaştıran, acıları katlanır kılan değil, boyun eğmemeye anlam kazandıran.

Susam Sokağı belki tam olarak psikoterapi sayılmayabilir, bir televizyon programı olduğu için. Ama arkasındaki hikâye tam da “Halk için psikoterapi nasıl olabilir?” sorusuna yanıt veriyor. Şöyle ki.

Nisan 1968’de Martin Luther King öldürülür ve öldürülmesi Amerika’nın siyahî nüfusunda derin bir yasa, aynı anlama gelmek üzere de siyahların hakları için süren mücadelede bir farklılaşmaya yol açar. King’in öldürülmesi artık herkes için, yani mücadeleden uzak duran siyahlar için de ayağa kalkma çağrısı olur. Bunlar arasında tabii ki psikiyatristler de vardır.

O dönemde siyahî psikiyatristler Amerikan psikiyatrisinin içinde neredeyse hiç temsil edilmemektedir. Dile getirilmeyen bir ayrımcılık süregitmektedir. Bir grup psikiyatrist ise bu duruma tepki gösterir ve “Amerika’nın Siyahî Psikiyatristeri” adıyla bir araya gelirler. King’in öldürüldüğü günlerde Amerikan psikiyatrisi içindeki örtük ırkçılığı ve bu yetersiz temsili dile getirmeye karar verirler.

Amerikan Psikiyatri Birliği’nin yıllık toplantısı için bir araya gelen yönetim kurulunu (ki yönetim kurulu tabii ki beyazlardan oluşmaktadır) deyim yerindeyse kahvaltıda basarlar. 1969 yılının bir Mayıs sabahı. Kahvaltının basılma anı ırkçılığı bireysel bir sorun olarak gören beyaz liberal yöneticiler için ırkçılığın Amerika’nın ruhuna ve tabii ki Amerikan psikiyatrisine de işlediği gerçeğiyle baş başa kalma anıdır.

Siyahi psikiyatristlerin amacı hem Amerikan psikiyatrisindeki örtük ırkçılığı teşhir etmek hem de bir talepler listesini tartışmaya açmaktır. Talepleri ise yalın ve nettir: Birliği’n kurullarındaki temsiliyetlerinin arttırılması, akıl sağlığı hizmetlerindeki ırk ayrımının son bulması için çalışılması ve ırkçı üyelerin psikiyatristlik yapmalarının önlenmesi. Talepleri etkili de olur. Tam anlamıyla olmasa da.

Ama ayağa kalkma dönemleri kendi insanlarını da yaratır. Hem kötü anlamda hem de iyi anlamda. İşte siyahî Amerika’nın yas, isyan ve ayağa kalkma günlerinde ortaya çıkan iyi isimlerden birisi de Amerika’nın Siyahî Psikiyatristleri’nin kurucusu olan Chester Pierce’dır.

Pierce bir psikiyatrist ve aynı zamanda okul öncesi çocuk eğitimi profesörüdür. Ve halkı, insanları için kafa yoran bir profesördür: bir tek kendilerinin ezilmişliğini, dışlanmışlığını değil ebeveynlerinin, büyüklerinin ve tüm önceki kuşakların da ezilmişliğini, dışlanmışlığını yaşayan küçük siyahî çocuklar için kafa yoran psikiyatristtir.

1960’lar Amerika’da televizyon kullanımının da patladığı bir dönemdir: hanelerin %95’inde televizyon vardır. İster beyaz olsun, ister Hispanik, ister siyahî her etnik kökenden çocuk televizyon izlemektedir; ama “beyaz” bir televizyon.

Yerel ve ulusal televizyonların tamamı “beyaz” orta sınıfların hegemonyası altındadır. Siyahî bireyler ekranda çok az yer bulmaktadır ve bulduklarında da varolan ayrımcılığın altını daha çok çizen rollerde yer almaktadırlar. Çocukların zihin dünyaları da bu “beyaz” televizyonla şekillenmektedir.

Ama Pierce’ın başka bir fikri vardır. Siyahî çocukların zihinlerini bulanıklaştıran (ve hatta onları hastalıklara yatkınlaştıran) bu “beyaz zehir” saçıcı teknolojiyi çocukları “iyileştirmek” için kullanmak istemektedir. Özellikle toplumun en alt kısmını oluşturan yoksul siyahî ailelerin çocuklarına doğrudan ulaşmasını sağlayacak bir televizyon programı yapmayı planlamaktadır. Program ayrımcılık, dışlanma ve ezilmişlik içinde kendilerine olan saygıları her gün hasarlanan çocukları onaracaktır. Yani bir anlamda çocukların zihinlerini sağaltacaktır.

Programın yapımcılığını bir kamu televizyon yapımcısı olan Joan Ganz Cooney ve Lloyd Morrisett (ki kendisi bir psikologdur) üstlenir. Pierce ise programın başdanışmanı olur. Ve program ilk olarak 1969 yılının sonunda Amerikan televiyonlarında gösterime girer. “Susam Sokağı” adıyla…

Susam Sokağı, o güne kadar çocukların televizyonda gördüğü en yaratıcı program olmakla kalmaz aynı zamanda “en farklı” karakterlerin yer aldığı program da olur. Sokak, artıları ve eksileriyle, birbirinden farklılıklarıyla geniş bir aile gibidir: erişkinler, çocuklar, kukla karakterler hepsi bir aradadır. Hem de renk renk. Ve tüm renklerin, bir arada, birbirini aşağılamadan ama çeşitli dertlerle de baş ederek yaşadıkları bu sokak tam da çocukların içinde büyüdükleri kentlerin sokaklarına benzemektedir. Fiziksel olarak aynıdır ama zihinsel olarak bambaşka.

Her bölümün başında değişik ırklardan çocuklar bir arada oynarken gösterilir. Ayrıca sevimli, çocukları dinleyen ve onlara yol gösteren siyahî bir öğretmen vardır. Her yeni bölümde çeşitli dertler, tasalar kimseyi dışlamadan ama olan biteni çeşitli boyutlarıyla anlayarak ele alınır.

Yani Susam Sokağı’nın “gizli bir müfredatı” vardır: siyahî çocukların özgüvenini desteklemek ve farklılıkların bir arada yaşayabileceği eşit bir dünyayı düşlemelerini, bunu istemeleri sağlamak.

Ama bu “gizli müfredat” fark edilmeyecek gibi de değildir. Keza Mississippi eyalet komisyonu Susam Sokağı’nı yasaklamaya kalkışır. Ama yasak sadece 22 gün sürebilir. Gelen tepkiler üzerine Susam Sokağı televizyondan yayınlanmaya devam eder.

Susam Sokağı çok başarılı olmaya ve okul öncesi çocukların zihin dünyasına olumlu katkılar yapmayı yıllar boyunca sürdürür. 1980’lerde bizim çocukluğumuza da uğrar. Edi’si ve Büdüsü’yle, Minik Kuş’u ve Kurabiye Canavarı’yla sıra dışı bir sokak olarak.

Yıllar içinde o ilk kuşak siyahî, Hispanik çocukların zihinlerine armağan ettiği eşitlik ve biraradalık özelliği belki unutulur. Ama bizim buralarda dahi Voltran’ıyla, He-Man’iyle Amerikan televizyon endüstrisi tarafından zihni bulandırılan bir kuşak için Susam Sokağı bambaşka bir gezegenden gelmiş gibi ayrı dünyaların kapısını açar. Bir tür can simididir. Belki de bir tür halk terapisidir.

 

Not: Bu yazı geniş ölçüde Anne Harrington’ın Undark sitesinde yayınlanan Psychiatry, Racism, and the Birth of ‘Sesame Street’ isimli yazısına dayanmaktadır.