Sözlerimizi Geri Almayız!

Umarım kuru gürültüye gitmez. Önümüzdeki hafta hekimler, hemşireler, eczacılar, diş hekimleri, teknisyenler ve bilcümle sağlık çalışanı hekimlerin çağrısıyla Ankara’da buluşacak. Hemen hemen her gün yeni bir uygulamasına maruz kaldıkları, her fırsatta yakındıkları, cefasını çektikleri, bıktıkları ve dolup taştıkları sağlıkta dönüşüm programını protesto edecekler. 15 sağlık örgütünün bir araya gelerek oluşturdukları talepleri dile getirecekler. Buluşmanın çağırıcıları eylemi ‘Çok Ses, Tek Yürek’ diye adlandırmışlar. Her bir sağlıkçının sesini aralarına katılmaya çağırmışlar. Ama en başta dediğim gibi bir araya gelecek çok sesin içinde sağlıkçıların temel derdi umarım çok sesliliğe kurban gitmez.

Çünkü çok ses çıkacağı kesin. Ve daha da çıkacak. Çünkü sağlıkta özelleştirmelerde, sağlığın piyasalaşmasında ciddi mesafe alındı ama emek gücünün ya da emek değerinin geriletilmesinde daha henüz yeterli standartlara ulaşılamadı. Sermayeye daha çoğu gerekiyor ve bir özel sağlık kuruluşunun patronunun veciz sözleriyle ifade ettiği gibi “hastanelerde ne yazık ki hâlâ doktorlar çalışıyor.” Ah bir kurtulsalar, kurtulabilseler!

Çok ses demek her zaman güçlü bir mücadelenin ortaya çıktığı anlamına gelmiyor. Bazı durumlarda çok ses, esas duyulması gereken, ihtiyaç duyulan sesin kısılmasına da sebep olabilir. Ne yazık ki sağlıkçıların verdiği mücadele böyle bir olası risk taşıyor.

Peki, nedir sağlıkçıların sesini kısan, kuru gürültüye gitmesine neden olan riskli durum? Aslında hekimlerin mücadelesini gölgeleyen, yürüyüşlerine çelme takan bir değil birden çok durum bulunuyor. Birincisi hekimler ne istediklerini bilmiyorlar. İkincisi sağlıkta dönüşüm toplumun sağlıkla olan ilişkisini de başkalaştırdı. Üçüncüsü sağlıkta piyasalaşma, yani sağlıkta dönüşümden çok öncesine dayanan bir süreç hekimlerin ideolojik dünyasını da dönüştürdü ve hekimlerin piyasalaşmaya karşı en önemli savunma aracı olan halkçılıktan, insancıllıktan uzaklaştırdı.

Aslında hekimler az ya da çok kendileri için neyin gerekli olduğunu biliyorlar ya da seziyorlar. Örneğin ne istemediklerini çok iyi biliyorlar. En başta çalışma süreçlerinin karmaşıklaşmasını ve koşulların her yıl daha fazla zorlaşmasını istemiyorlar. Çünkü görünmez bir el, hekimler için koşulları (eğitim, uzmanlaşma, istihdam) zorlaştırıyor. Somut bir gösterge olarak gelirleri azalıyor. Diğer yandan meslekleri, işleri ile ilgili belirsizlikler katlanarak artıyor. Günümüzde bir hekimin yirmi yıl içinde beş büyük sınavı ve yüzlerce küçük sınavı kazasız belasız atlatması gerekiyor. İlköğretimde dershaneye gidiyorlar, lisede dershaneye gidiyorlar. Yetmedi ve artık üniversitede de dershaneye gidiyorlar. Yirmi yılın sonunda ise kocaman bir belirsizlikle baş başa kalıyorlar. Sonra herkes kendi küçük felaketini yaşamaya başlıyor.

Hekimler performans sisteminin öğütücülüğüyle birbirine düşüyor. Sağlıkta dönüşüm sayesinde her hasta puana, her muayene odası üretim bandına, her tanı barkoda ve her hastane işletmeye dönüşmüş durumda. Bugün özellikle genç hekimler kendilerini aşağılanmış, itilmiş ve yalnız bırakılmış hissediyor. Çünkü fakülteden mezun olur olmaz, hatta daha mezun olmadan kendilerini büyük bir plansızlığın ve keşmekeşin ortasında buluyorlar.

Ama başka bir belirsizlik daha var ortada. Hekimlerin büyük bir kısmı performans siteminin kendisiyle değil performans sisteminin iç adaletsizliğiyle dertli. Hekimlerin büyük çoğunluğu sağlığın piyasalaşmasından, hayatlarını zorlaştıran piyasanın görünmez elinden değil bu piyasada artan rekabetten rahatsız. Toplumda kamu hizmetlerinin insancıllığının azalmasından değil toplumsal saygınlıklarının önüne geçilemez biçimde erimesinden rahatsızlar. Muayenehanecilikten değil ellerinden muayenehane seçeneğinin alınmasından rahatsızlar.

Yani hekimler arafta çırpınıp duruyorlar. Ama bu iki arada bir derede kalma durumu, kımıldanmakta olan hekim hareketinin bir açığı olarak ortada duruyor. Egemen söylem her uygulamada bu açığın altını çiziyor. Sağlıkta dönüşümün sonuna kadar piyasacı uygulamaları bile bu açığa vurgu yapılarak süsleniyor. Çünkü hekimler ya da hekimlik uygulamaları uzun yıllardır ‘iki şak şak, bir tık tık’ ile itham ediliyor. Sağlığın içine paranın karışmış olması, sağlıkta dönüşümden çok önce başlayan bu parazit, hekimliğin halk karşıtlığı ile itham edilmesini sağlıyor. Ve bu ithamı besleyecek çok güçlü emareler bulunuyor.

Son yirmi yılı düşünmek bile yeterli. Tamam, basın sansasyonel haberleri tercih ediyor da yıllardır dolandırıcılık yapan, hastalarını mağdur eden doktorları mı daha çok konuşuyoruz yoksa ideallerinin peşinde koşan, piyasanın dayatmalarına boyun eğmeyen, göz yummayan, körleşmeyen hekimleri mi? Hadi basını geçelim. Harç parasını denkleştirip banka kuyruğuna giren tıp öğrencisinin yanından son model cipiyle geçen öğretim üyesi genç hekim adayına neyi anlatmaktadır? Bıçak parası denen ucubenin toplumda kabul görmesinde, toplumun özel sağlık hizmetlerine hiç yadırgamaksızın alışmasında muayenecilik sürecinin hiç mi payı olmamıştır? Hekimlerin meslek örgütü bir yandan sağlıkta özelleştirmelere karşı durup bir yandan özel muayene bedeli belirlememiş midir? Hadi bu ayrıntıyı da geçelim.

Kısa ve öz olarak ifade edilirse eğer sağlıkta kâr önlükte kirdir. Ve hekimlerin beyaz önlüklerinde halkın haklı ya da haksız öfkesini hakedecek yeterli kir bulunmaktadır. Piyasa hekimlerin elinden hem mesleklerini hem de toplumsal ideallerini çekip almıştır. Geriye ise bu kir kalmıştır. Sağlıkta dönüşüm bu kirin sayesinde adım adım ilerlemiştir.

Hekimlerin, sağlıkçıların olası mücadelelerini bekleyen bir sorun daha var. Bugün sağlık gaspedilmiştir. Gazetelerin, internet sayfalarının sağlık sayfaları, televizyonlardaki programlar okuyanı, izleyeni beden kültürü, sağlıksızlığın koşulları ve sağlık hakkında aydınlatmaya değil tam tersine okuyucunun, izleyicinin aklını karartmaya ve daha önemlisi talep yaratmaya yaramaktadır.

Çok dolaylı olarak tüm bu bilgi yığını sağlıksızlıkla ilgili küçük aydınlanmalar sağlıyor olabilir. Örneğin meme kanseri olan bir kadın meme muayenesi adı verilen ve kendi kendine de yapılabilen bir muayeneyi gazetelerden, televizyondan ya da internetten kolayca öğrenebilir. Ancak sağlıkla ilgili her bilgilendirmenin çerçevesini bugün piyasa belirlemektedir. Ve açık ve net olarak bilgilenme falan değil özel ya da kamu hastane işletmelerine talep yaratılmaktadır.

Birçok kurum ve kişi, sağlıkta dönüşüm ve dönüşümün yaygınlaştırdığı piyasalaşmayla ilgili toplantılar düzenledi, bildiriler dağıttı, ilanlar verdi, konuşmalar yaptı, eylemler düzenledi. Ama nedense tüm bu çabaların toplumsal bir karşılığı oluşmadı. Yani toplumda sağlıkta dönüşüm süreciyle ilgili ciddi, elle tutulur bir hoşnutsuzluk ortaya çıkmadı. O zaman sormak gerekiyor: Sağlıkta dönüşüm toplumsal algıda neden muhalif kurumların anlattığı kadar kötücül bir yer edinmedi? Neden toplum, sağlığın gaspı konusunda harekete geçmedi? Sağlıkta dönüşüm denilen hain planı toplum nezdinde tercih edilebilir kılan nedir?

Tamam, zaten kimsenin haklarının peşinden koşmaya hali ve isteği yok. Tamam, sadaka kültürü insanları edilgin bir konuma itiyor. Ama sağlıkta kâr ve hekimlerin düşünce dünyasındaki yabancılaşma toplumla sağlıkçıların arasına girmiştir. Sağlıkta dönüşümün hemen her uygulaması bir sosyal devlet vurgusuyla, halkın mağduriyetinin giderilmesi edebiyatıyla hayata geçirilirken ve özellikle hekimlere dair bir düzenleme yapılırken toplumda bir rövanş alma hissi de yaşanmıştır. Geniş bir toplam için geçmişe göre sağlık hizmetlerine ulaşımın kolaylaşması cepten ödemeleri dahi katlanılabilir kılmıştır. ‘150 lira olacağına 15 lira olsun’ hesabı, meşruluğunu muayenehanelere borçludur. Tam gün ile ilgili tartışmaları ana medya, “hekimler vicdanları ile cüzdanları arasında kaldı” diye verirken kimsenin kılı kıpırdamamıştır ve tartışmalar sağlıkta dönüşümün getirdiği tehlikelere dair onca söze rağmen ‘hekimler kendi çıkarlarının peşinde’ boyutunda kalmıştır. İktidar tam saha baskı yaparken hekimlerin ideolojik belirsizlikleri halka karşı olma boyutunun işleyip gitmesini sağlamıştır.

Bir klasiktir. Anlamı buharlaşmış olsa da her tıp öğrencisi eğitimi sırasında latince bir cümleyi en az bir kez mutlaka duyar: Primum non nocere. ‘Önce zarar verme’ olarak çevrilebilir. Hekimin yakınması olan kişiye müdahale etmeden önce zarar verip vermeyeceğini düşünmesi için vurgulanır. Ama latince bir cümle daha vardır, az bilinen, az duyulan cinsinden: Cura te ipsum. Yani ‘Kendinizi iyileştirin!’ Hastalarınıza yararlı olabilmek için kendinizi de sağlıklı tutun olarak çevrilebilir.

Malum, hekimler mesleklerine yemin ederek başlarlar. Söz verirler. Şimdi ise bu sözleri tutma zamanı. Önümüzdeki sürecin anahtarı belki de hekimlerin sözlerini geri almamasında, tutmasında ve toplumla olan bağlarını yeniden kurmalarında, kirden arınmalarında, iyileşmelerinde saklı.