O partiden bu partiye

Müjdeler olsun...

Müjdeler olsun, çünkü şu kriz sayesinde Avrupa'nın şımarık çocuğu Yunanistan'ın başına gelmeyen kalmadı. Ajanslara perşembe günü düşen ve bilcümle medyanın üstüne atladığı habere bakılırsa tuvalet kâğıdına bile muhtaç duruma düşmüşler. Bir zamanlar her türlü yardım konusunda kayrılan, haketmemişken AB'ye alınan, AB yardımları sayesinde yan gelip yatan, sonra da Türkiye'nin önünü her konuda kesmeye kalkışan ve üstüne üstlük deniz kıta sahası olsun, azınlık hakları olsun, sarma, dolma ya da köftenin kökeni olsun, mevzu bahis her konuda mutlaka ve mutlaka haksız konumda olan, ama bir şekilde haksızlığı tescil edilmeyen, zeytinyağı gibi üste çıkan bu Yunan ülkesi en sonunda hakettiği belaları bulmuş.

Türkiye'yi teğet geçen kriz yüzünden öyle bir hale gelmişler ki tasarruf tedbirleri nedeniyle hastanelerdeki hastalar tuvalet kâğıdı bile bulamıyormuş. Hükümet bakmış ki hastanelere tıbbi araç-gereç sağlayan firmalar yüksek karlarla çalışıyor, hemen ödemeleri kesmiş. Bu nedenle kan örnekleri çalışılamıyormuş, başkent Atina'nın yer aldığı bölgede bile ameliyatlar yapılamıyormuş. Sosyal demokrat sağlık bakanı da dobra dobra konuşmuş: “Sağlık sektöründeki parti bitti” diyerek son noktayı koymuş.

Gazeteler, haber portalları, hani sevindiklerini saklayamadan, müjdeli haber diye Yunanistan'ın yaşadığı sıkıntıları üç aşağı beş yukarı bu şekilde verecekler neredeyse. Ama hani bir atasözü vardır “Gülme komşuna gelir başına!” diye. Bu atasözünün birilerinin kulağına küpe olması gerekiyor. Çünkü Türkiye sağlık alanındaki uygulamalarıyla komşusunun izinde gidiyor. Aile hekimliğiyle, genel sağlık sigortasıyla, performans uygulamasıyla…

Bir AB ülkesinde sağlık hizmetlerinin başına neler gelebileceğini göstermek açısından Yunanistan çok tipik özelliklere sahip. 1982 yılında AB'ye (o zaman ki adıyla AET) üye olan Yunanistan'da 1983'ten itibaren Ulusal Sağlık Sistemi (ESY) adı verilen bir sistem uygulamaya başlıyor. Amaç "hantal ve verimsiz(!)" olan kamu sağlık hizmetlerini, rekabet ortamı içinde geliştirmek ve böylece hastaların daha iyi hizmet almasını sağlamak olarak belirleniyor. Bütçeden sağlığa ayrılan pay artırılırken sağlık harcamalarının büyük bir bölümü hastane harcamalarına kaydırılıyor. Tesadüfe bakın ki aynı dönemde özel sağlık harcamalarında da iki kata varan bir artış ortaya çıkıyor.

2000'de ulusal gelirde sağlık harcamalarının toplam payı yüzde 9'a ulaşırken bu artışın büyük bir kısmı, cepten ödemelerle karşılanıyor ve uygulamaya konan sistem, bireyleri 1980'lere göre daha çok ödemeye mahkûm ediyor. Aynı dönemde Yunanistan'da birçok özel sağlık merkezinin açılması teşvik ediliyor ve bu özel merkezler sosyal güvenlik kurumlarının bütçelerine, yaptıkları pahalı ve gereksiz uygulamalarla daha fazla yük bindirmeye başlıyor. Sonuçta özel sağlık sigortaları çok hızla büyürken, sosyal güvenlik kurumlarının kaynakları, ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiş.

ESY uygulaması sağlık hizmetlerindeki eşitsizliği de arttırmış. Örneğin 2000 yılında Atina'da 1000 kişiye düşen hastane yatak sayısı 6,4 iken bu oran daha yoksul olan orta Yunanistan'da 1000 kişiye 1,2'de kalmış. 2000'de Atina'da 10 000 kişiye 88 hekim düşerken Orta Yunanistan ve Ege Adaları'nda aynı rakam ancak 30 olabilmiş. Hastanelere yatışlarda uzun bekleme listeleri ve ameliyathanelerin yetersiz kullanımı ortaya çıkmış. Aynı zamanda yaşlı nüfusu artan Yunanistan'da uzun dönemli bakım yatağı sayısı da fazla kârlı olmadığı için azalmış. Yine 2000 verilerine göre Yunanistan'da 218 özel kliniğe karşılık sadece 139 kamu hastanesi bulunuyordu.

Ekonomik kriz yeni olmakla birlikte Yunanistan sağlık sistemi ilk krizini 2000’li yıllarda yaşıyor. Sağlık sisteminin içinden çıkılamaz bir krize (!) saplanıp kalması, o yıllarda da iktidarda olan PASOK hükümetini, Türkiye'ye çok tanıdık gelen bazı kararlar almaya sevk etmiş: Desantralizasyon, sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesi, kamu hastanelerinin yönetsel olarak yeniden yapılanması, aile hekimliği uygulaması, rekabetin arttırılması vs. vs. vs. Muhtemelen Dünya Bankası’nın sağlık sistemi değişen ülkeler için hazırladığı raporu açmışlar ve önerilen uygulamaları tek tek hayata geçirmişler. Aynen Türkiye’nin son 15 yıldır uyguladığı gibi.

Bu amaçla İngiltere'de 1980'den itibaren uygulanan model esas alınmış ve Bölgesel Sağlık Sistemi'ne (Periferiaka Systimata Ygias/ PESYs) geçilmiş. Yunanistan 17 sağlık bölgesine ayrılırken sağlık hizmetleri sunumu ile finansmanı birbirinden ayrılmış. Sağlık finansmanı için ODIPY isimli bir düzenleme ve denetleme kurulu yetkili kılınmış. Ayrıca bu kurula, bir bölgedeki nüfusun sağlık hizmeti için bir kamu hastanesiyle ya da özel bir şirketle anlaşma yetkisi verilmiş.

Kamu hastanelerinin özel sektörle rekabet edebilmesi için de bu hastaneler "özerk işletmelere" dönüştürülmüş. Aynı zamanda kamuda çalışmaya başlayan yeni hekimlere 10 yıllık "başarılı" çalışma döneminin sonunda kalıcı çalışma kontratı yapılması uygulamasına geçilmiş. Yani hekimler sözleşmeli, performansa dayalı çalışmaya geçmişler ve karşılığında da hastanelerde öğleden sonraları, akşamları özel hasta bakabilmelerine izin verilmiş. Ayrıca hastane yataklarının yüzde 20'si özel hastalar için ayrılmaya başlanmış.

Sistem tam olarak işlemeye 2006 yılında başlamıştı. Tesadüf o ki sistemin oturtulduğu yıllar boyunca Yunanistan’da hekim, hemşire ve sağlık personelinin çalışma koşulları zorlaşmış, işsizlik artmış, maaşlar azalmış ve yine de sağlık harcamalarında artış engellenememiş. Üstüne bir de cepten ödemeler, sosyal güvenlik ödemesinden çıkarılan ilaçlar da durumu kurtaramamış. Kamu açıkları artmış falan derken bakanın dediği gibi parti bitmiş!

Gelelim Türkiye’ye. Sağlık Bakanlığı 8 yıldır kesintisiz bir program uyguluyor Türkiye’de. Adı Sağlıkta Dönüşüm. Mâlum, bu çerçevede hastaneler birleştirildi, aile hekimliği uygulamasına geçildi, sosyal güvenlik tek çatı altında birleştirildi, SSK ve ilişkili kurumları kapatıldı, performansa dayalı döner sermaye uygulaması getirildi, hekimler için devlet hizmet yükümlülüğü etkin hale getirildi, özel hastanelere sosyal güvenlik kurumlarıyla anlaşma yapabilir hale geldi, bazı ilaçlar geri ödeme kapsamından çıkarıldı, ilaç geri ödemeleri hastalık kodlarına uygun hale getirildi, muayene katkı payı alınmaya başlandı. Liste uzayıp gidiyor.

Tüm bu uygulamalardan sonra 10 yıl içinde Türkiye’de sağlık ve sağlık hizmetleri nereden nereye geldi? Öncelikle en önemli değişim toplam sağlık harcamasında yaşandı: Her yıl aratarak yıllık 13 milyar dolar seviyesinden 50 milyar dolar seviyesine çıktı. İşin tuhaflığına bakın ki harcamalar özellikle ilaç, tedavi giderlerinde yoğunlaşmış durumda. Yani 10 yıl içinde ilaç firmaları, özel hastaneler, tıbbi malzeme firmaları daha çok ve daha çok kazanmaya başladılar.

Örneğin ilaç fiyatları düştü ama firmaların kasasına giren net para arttı. Sadece 2010 Ocak ayında Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) toplam sağlık harcaması 2,8 milyar TL olarak gerçekleşti ve bu harcamanın %44’ü ilaç harcamalarına gitti. Ocak 2010’da SGK tedavi hizmetleri için devlet hastanelerine 1,08 milyar TL ödeme yaparken özel hastanelere yapılan ödeme ise 417 milyon TL olarak gerçekleşti. Ancak bu rakamları devlet hastaneleri ve özel hastaneler tedavi hizmetlerinin ne kadarını üretiyorlar diye sorarak okumakta fayda var. Çünkü özel hastaneler tedavi hizmetlerinin sadece %10’unu gerçekleştirirken ödemelerin %22’sini alıyorlar.

Olsun! Ne de olsa hastalar istedikleri hastaneye gidebilmeye başladılar. Herkes bu durumdan hoşnuttu. Ta ki işin içine katkı payı adı altında para girmeye başlayıncaya kadar. Artık devlet hastanesinde dahi muayene olmak ücrete tabi (8 TL). Danıştay aile hekimliğinde alınmaya başlanan katkı payını (2 TL) ise yakın zamanda durdurdu. İlaç için ödenen katkı payları da hesaba katılacak olursa cepten ödemelerin artmakta olduğu rahatlıkla görülebilir (2010’da yaklaşık olarak toplam 10 milyar dolar olması öngörülüyor).

Sonuçta Sosyal Güvenlik Kurumu başkanının Zaman gazetesinde yer alan sözleriyle ifade edersek “kantarın topuzu” kaçtı. Her yıl artan sağlık harcamalarını denetim altına almak için SGK bu yıl global bütçe adını verdiği bir uygulamaya geçti. Buna göre SGK 2010 yılında yapacağı ödemeleri önceden belirlemeye başladı. Global bütçe çerçevesinde belirlenen bütçenin üstüne çıkan harcamalar ödenmeyecek. SGK bu uygulamayla harcamaları disiplin altına almayı planlıyormuş. Yeni sürpriz uygulamalar ise yoldaymış!

Yunanistan Sağlık Bakanı sağlık sektöründeki partinin (siz yağma olarak okuyun) bittiğini söylemişti (siz yağma disiplin altına alınacak okuyun). Yunanistan’da işler biraz toparlasın şampanyaların patladığı, paranın gırla aktığı dolce vita partileri yeniden başlar. İşin kuralı bu! Ne de olsa günümüzde sağlık sektörü demek halktan toplayıp firmalara, şirketlere, tekellere kaynak aktarmak demek. Bizim parti ise şimdilik devam ediyor. Özel hastaneler, katkı payları, performans, sözleşmeli çalışma, işsizlik almış başını gırla gidiyor. Özel hastanelere transfer edilen doktorlar üstü açık arabalarla getirilip alınları hastane önünde kesilen koçların kanlarıyla boyanıyor. Atanamayan sağlık personelleri işsizlikle tehdit edilip sözleşmeli çalışmaya itiliyor.

O partiden bu partiye yağma devam ediyor.