Lenin’in beyni

Sağlığında sevmediler, ölümünden sonra da sevgisizliklerini esirgemediler.

Lenin’in düşüncelerini üreten, eylemlerine yön veren, mizacının ve dinmek bilmeyen devrim arayışının altında yatan beyninden bahsediyorum.

Siyasi bir nefret tarihinin yanı sıra aslında ilginç bir nöroloji, psikiyatri ve sinirbilim serüvenidir, Lenin beynine ne olduğu.

Şöyle ki…

Lenin’in sağlığı 1921’den itibaren bozulmaya başlar. Birkaç yıl önce atlattığı suikast girişiminde ciddi yara almıştır. Şarapnel parçaları hala bedenindedir. Ama esas olarak 1922’de durumu kötüleşir. Birkaç kez felç geçirir ve birkaç kez de sara nöbeti. Artan baş ağrıları da cabasıdır. Nöbetleri, felçleri ve keskin başağrılarını kısmen iyileşmenin olduğu nekahet dönemleri takip eder. Çoğu zaman, iyileşir iyileşmez sorumluluklarının başına döner, Lenin.

Sovyet yönetimi, yıllardır birlikte mücadele verdiği yoldaşları, dostları, sevenleri Sovyet devletine olumlu bakan bazı isimleri (başta Otfrid Foerster olmak üzere) Rusya’ya davet eder. Çeşitli tedaviler denenir ama zaten dönemin tıbbi olanakları günümüze göre hiç de geniş değildir. Bir avuç tedavi bazen işe yarar; çoğu zaman ise yan etkiler nedeniyle bu tedaviler yarıda kalır.

Sağlığı 1923 içinde git gide bozulur. Yeni bir felç atağını şiddeti giderek artan sara nöbetleri izler. Yeni yılın ilk günlerinde biraz toparlar ama ölüm kapısını artık 21 Ocak’ta çalacaktır. Üçüncü felcini geçirir, nöbetler giderek artar ve gözlerini bir daha açmamak üzere kapatır. Henüz 53 yaşındadır.

Yapılan otopside, bir çok beyin damarında daralma, tıkanma (ateroskleroz) ve bunlara bağlı olarak canlılığını kaybetmiş yaygın doku alanları saptanır. Damarlardaki daralma ve tıkanıklık öyle bir boyuttadır ki birçok damar kesiti neredeyse taşlaşmıştır. Bu yaygın damar hastalığı Lenin’in hayatının son yıllarında yaşadığı ağrıları, felçleri ve nöbetleri de açıklamaktadır.

Ama pek bir modern batı dünyasının, dedikodular için II. Dünya Savaşı sonrasını beklemesi gerekecektir.

Yine de ondan öncesi var.

Bolşevik Devrimi politik eyleme, insan etkinliğine, kültüre, sanata ve tabii ki bilime de girişkenlik ve cesaret getirir. Tüm bu iyimser havadan nöropsikiyatri de nasibini alır.

Lenin’in öldüğü tarihsel kesitte nöropsikiyatri için kısmen altın yıllardır. İnsan davranışının beyin yapısıyla ilişkili olduğu düşünülmekte ve beyine yapılacak müdahalelerin insan davranışını birebir etkileyebileceği ya da beyin yapısının anlaşılmasının insan davranışının gizlerini açığa çıkaracağı düşünülmektedir. Bir tür determinizm hakimdir; ama çok canlı bir araştırma, tartışma ve keşfetme atmosferi vardır nöropsikiyatride. Hatta Freud’un bizzat kendisi psikanalitik teoriyi daha iyisi icat edilene kadar varolacak bir tür nörolojik çalışma olarak tanımlar. Sovyetler’de de her gelişmeye açık canlı bir nöropsikiyatri dünyası vardır.

Sovyet yönetimi 1924 yılında Alman nöropsikiyatri ve anatomi uzmanı Oskar Vogt’u Lenin’in beynini incelemek üzere davet eder. Vogt ilginç bir isimdir. Komünist değildir ama Sovyet iktidarına sempati ile bakan ilerici birisidir. Ve temel çalışma alanı nöropatolojidir; yani beyin yapısı. Aslında daha temel olarak bir beyin araştırmacısıdır, Vogt. Daha sonraki yıllarda, Almanya’da, oldukça gelişkin beyin araştırmaları enstitüleri kurulmasını sağlamıştır.

Diğer yandan sanat, siyaset, bilim dünyasının önemli insanlarının beyinlerinin incelenmesi o dönemde sık uygulanan bir yöntemdir. Anatomik özellikler, mikroskopik farklılar ile bu önemli kişilerin eserleri, icatları, etkinlikleri ve etkileri arasında bağlantılar kurulmaya çalışılır. Otopsiler yapılır ve kesitler alınıp hücreler çeşitli boyalarla mikroskopta incelenir.

Vogt, çalışmalarını Moskova’ya gidip gelerek beş yıla yakın bir süre sürdürür. Moskova Beyin Araştırmaları Enstitüsü’nde hazırladığı raporu 19 Kasım 1929’da açıklar. Çalışma süresinin yarısını Lenin’in beyninden parçalar almaya, kesitler hazırlamaya ve bu kesitleri boyamaya ayırmıştır. Sayısı neredeyse on binleri bulan kesitler elde etmiştir.

Vogt için en çarpıcı bulgu, Lenin’in beyninin üçüncü katmanında yer alan sinir hücrelerinin (ki bu hücreler, yani nöronlar, piramit şeklinde oldukları için piramidimsi hücreler olarak adlandırılır) görece çok sayıda ve daha geniş olmasıdır. Vogt, bu sıra dışı bulgu nedeniyle Lenin’in beynindeki üçüncü katmanın diğer insanlara göre daha geniş ve dördüncü katmanın da daha dar olduğunu vurgular. Vogt’a göre bu farklılık sonradan yaşanan bir etkiye bağlı olmaktan çok gelişimseldir.

Vogt, Lenin’in beyninin üçüncü katmanında yer alan sinir hücrelerine dair bulgunun önemli olduğunu vurgular. Çünkü bu hücreler, uzun uzantıları sayesinde muhtemelen diğer sinir hücreleri ile geniş bir bağlantı ağına sahiptir. Ve bu bağlantılar Lenin’in bir çok sosyal durumu, ilişkiler ağını ve çatışmaları başka insanlara göre daha derinlikli kavramasını da sağlamaktadır.

Vogt’a göre Lenin, “birbiriyle ilişki içinde düşünme konusunda” benzersiz bir koşu atleti gibidir. Bu sayede çok hızlı düşünebilir ve olan biten gerçekliğe dair keskin gözlemler yapabilir.

Sonrası..

Sonrası, biliyorsunuz bolca dedikodu ve bolca aşağılama. Hem de dört koldan. Ve aşağılamadan nasibini alan Lenin’den önce seks işçiliği. Çünkü pek bir modern batı dünyasına göre Lenin’in beyin hastalığı 1902’de Paris’te bir hayat kadınından kaptığı ileri sürülen sifilizdir, yani frengidir.

Bu söylemin, yani “Lenin siflize bağlı nedenlerle öldü!” söyleminin çeşitli düzeyleri var. En alt düzey, daha çok her dinden gericiye ait. Buna göre Lenin de peşinde koştuğu komünistlik de “işte böyle ahlaksızca” bir şeydir. Yani sifiliz bu söyleme göre ahlaksızlığın bir göstergesidir.

Ama modern batı, malum, bu tür “ilkel” eleştirilerle yetinmez. Sifiliz meselesinin bir de üst düzey formu var. Buna göre de sifiliz, Lenin’in çılgınlığının, dürtüselliğinin, iniş çıkışlarının, hesapsızlığının, dik başlılığının, boyuneğmezliğinin altında yatan ana sebeptir. Lenin arzularının peşinde koşarak nasıl koca bir coğrafyayı hastalandırdıysa kendisini de öyle hastalandırmıştır.

Lenin’in beynine dair tüm bu hikayelerin bir de sol versiyonu var: Buna göre de Lenin aslında Stalin tarafından siyanür ya da ona benzer bir madde ile zehirlenmiştir. Tüm hastalığının altında yatan Stalin’den başkası değildir.

Tabii ki tüm bu imalar, sadece ima edilir. Elde somut veri yoktur. Örneğin Pavlov birisine “Lenin, sifilizden öldü!” diye fısıldamıştır. Ya da otopsisine katılan bazı izimler yıllarca konuşamamış, yazamamış ama ölmelerine yakın bazı “kişisel sohbetlerde” gerçeği ifşa etmişlerdir.

İşte böyle.

Yazı uzun oldu, farkındayım ama, tüm bu fısıltılara dayalı gazete haberlerini geçtim, bu fısıltılarla aşağıda isimlerini ve tarihlerini verdiğim bilimsel makaleler yazıldığını da belirtmeliyim. Derdimin “Hayır, Lenin sifilizden ölmedi! Bir seks işçisiyle birlikte olacak birisi değildi! Hayır, o sevişmezdi!” demek olmadığını da.

Lenin önemli. Beyni de…

Çünkü, Lenin’in beyni hiç sevilmedi. Bir tek uygar burjuva dünyası tarafından değil. Geniş bir anti-komünist sol tarafından da sevilmedi, Lenin ve beyninin gördükleri, çözümledikleri, ürettikleri.

Hâlâ da öyle; Türkiye’de, Yunanistan’da ve dünyanın bir çok yerinde.

Lenin’in beyni, o beynin ürettiği düşünce, köktencilik, sınırtanımazlık ve uzlaşmazlık bugün daha da önemli.

Vogt ve bulgularına gelirsek…

Beyin işleyişine, özellikle de düşünce üretimi, gerçeğin değerlendirilmesi üzerine meraklı bir psikiyatrist olarak diyebilirim ki çubuğu biraz bizim tarafa bükmüş.

Fena da olmamış.

Not: Yazının ve başlığın mimarı Ulvi İçil’dir. Kendisine teşekkürü borç bilirim.

İlgilenenler için: Aşağıdaki makalelerden bu uzun yazıda misliyle faydalanılmıştır.

Bentivoglio M (1998) Cortical structure and mental skills: Oskar Vogt and the legacy of Lenin's brain. Brain Res Bull, 47: 291-6.

Lerner V, Finkelstein Y, Witztum E (2004) The enigma of Lenin's (1870-1924) malady. Eur J Neurol, 11: 371-6.

Vinters H, Lurie L, Mackowiak PA (2013) Vessels of Stone: Lenin's "circulatory disturbance of the brain". Hum Pathol, 44: 1967-72.