İşte bunların hepsi psikolojik!

Sanırım Fransız Komünist Partisi’nin eski bir üyesi, önemli bir psikanalist olan Elisabeth Roudinesco söylemişti: “21. yüzyıl şimdiden Lacan’cıdır” diye. Siyasal devrim ile öznel devrim arasındaki ilişkide biraz da öznel olana çubuk bükerek. Eh, haksız da sayılmaz. Öyle bir zamandan geçtik. İşçi sınıfı siyasetinin ve örgütlülüğünün geri çekildiği bir dönemden yani.

Bu nedenle bir haklılık payı var Roudinesco’nun sözünde. Ama siyaset-birey gerilimi anlamında değil. Tuhaf zamanlar tuhaf düşünürlere ihtiyaç duyuyor. Lacan ise geçtiğimiz yıllar için yeterli derecede ilginç bir düşünür. 

Ama yine de Roudinesco’nun sözü yüzyılımıza dair biraz erken karar vermiş bir içeriğe sahip. Çünkü tuhaf zamanlara sanki daha yeni giriyoruz. Geçtiğimiz yıllar ise sanırım sadece peşrevdi. İşte Roudinesco’nun sözünü o peşrev dönemi için biraz değiştirip kullanırsak diyebiliriz ki “21. yüzyıl şimdilik psikolojiktir!”. Çünkü ortalık psikolojiden geçilmiyor. Psikoloji her yerde!

Mesela para birimleri yarım saatin içinde bir iniyor, bir çıkıyor ve yaşanan sıkıntıların “rasyonel değil, psikolojik olduğu” söyleniyor. Evlilik programını açıyorsunuz stüdyoda “ego, psikoloji, panik, atak” kelimeleri uçuşuyor. Orta sınıflar deseniz ya terapide ya da yoga merkezinde. E, zaten üniversite sınavına hazırlanan her yedi gençten biri psikoloji okumak istiyor. Dünyayı geçtik ama Türkiye sanki psikoloji içinde yüzüyor. 

Toplumsal örgütlülük yok ama bol bol psikoloji var!

İlaç tekellerinin ya da bilinmez güçlerin topluma dayattıkları bilinçdışı bir durumdan bahsetmiyorum. Durumu zaten kitapçı raflarından da kolaylıkla anlayabilirsiniz. Kişisel gelişim ve psikoloji kitapları uzun zamandır yoğun ilgi görüyor. Dünyanın karmaşıklığı ve gündelik hayatın açıklanamaz olayları karşısında insanlar bir açıklama bulmak için psikolojiye sarılıyor. Ve geçtiğimiz yüzyıllarda aynı motivasyonla kitlelerin sarıldıkları şeyleri düşünecek olursak bunu da bir ilerleme olarak kabul etmek mümkün tabii ki.

Ama psikoloji var, psikoloji var. Ve yaygın olan psikolojide çoğunluk “sorun bende herhalde” diye düşünüyor. Gerçi artık bu dönemin de sonuna geliyoruz, yani sorunu kendinde arama döneminin. Ama neredeyse 80'lerden bugüne insanlar kendilerinde, bireyde aradılar sorunu. 

Tabii ki bireyde, kişilerde sorun, aksama olmayacağı anlamına gelmiyor itirazım. Ama sistemde sorun arama ve değiştirme arayışı geri çekildikçe bireyde sorun arama ve düzeltme (ya da uyumlu hale gelmesine yardımcı olma) arayışı da öne çıktı.

Bu arayış öyle uçlar yarattı ki mesela “sorunlu, hasarlı, özürlü” olmak utanılacak bir şeye dönüştü. Bir tek bizleri biz yapan kişilik, karakter ve mizaçlardan bahsetmiyorum. Yeni kuşağın bedenlerine bakın: Sağlıklı olmayı dert etmiş bir bedenden daha çok, gösterişli, kaslı, işlenmiş, oynanmış bedenler var karşımızda. Sistemi değiştiremeyen birkaç kuşak, önce zihnini, o olmayınca da artık bedenini değiştirme telaşında. 

Ama ortada bir beden kültüründen ziyade “mükemmeli yakalama” telaşı var. Psikolojiye olan merak, arayış da oradan geliyor: “Ben” yani hayatın öznesi olduğunu düşündüğüm “ben” zihnimi de bedenimi de nasıl “mükemmel” yapabilirim? 

Bu, öyle bir “mükemmelik arayışı” ki çeşit çeşit hallerle çıkıyor karşımıza. Bir kere fiziğiniz, zihniniz, her şey şıkır şıkır, tıkır tıkır olacak. Aklınızı geliştirmek için “nöroformat” sitelerine takılacak ve Silikon Vadisi’ndekilerin içtikleri o şeylerle zihninizi açmanın yollarını arayacaksınız. Saç estetiğinin, meme estetiğinin, burun estetiğinin, botoksun, dövmenin, piercingin üstüne (ki bilmem belirtmeme gerek var mı ama tüm bunları cinsiyetsiz olarak yazıyorum) zihin botoksunu, akıl detoksunu, ruh estetiğini de ekleyeceksiniz. Mükemmel bir öznel devrim arayışı yani!

Geçtiğimiz yıl iki İngiliz psikolog mükemmellik üstüne ilginç bir araştırma yayınladılar. 1989’dan 2016’ya kadar gençler arasında yapılmış görüşmelere dayanan bir araştırma. ABD, Kanada ve İngiltere’de, üniversite gençliği arasında yapılmış 150’den fazla araştırmanın sonuçlarını bir araya getirdiler. Ve yıllar içinde farklı boyutlarıyla mükemmeliyetçiliğin değişip değişmediğine baktılar.

Buldukları sonuçlar ise çarpıcıydı: Gençlerin kendilerine yönelik, kendilerinden beklendiğini düşündükleri ve başkalarına yönelik mükemmellik düzeyleri yıllarla birlikte sürekli artış gösteriyordu. Yani reel sosyalizmin ortadan kalktığı, işçi sınıfı siyasetinin ve ideolojisinin geriye çekildiği, kapitalizmin toplumları bambaşka bir mecraya sürüklediği bu 25 yıl içinde gençliğin en başta kendisinden olmak üzere herkesten ve her şeyden bekledikleri sürekli artmış. 

Ama yazarlar bulgularının altını özenle çizmeyi de ihmal etmediler: Aranan mükemmellik aslında beklenen, talep edilen özelliklerin artışına işaret ediyor. Yani sonuçlar daha çok liberal ekonominin talep ettiği standartların yükselişine işaret ediyor. Ve tabii ki tüm bu artış toplumda “psikiyatrik sorunların” artışıyla da paralel gidiyor.

İşte psikolojiye yönelik ilginin, atıfların artması da bu sürecin bir görünümü. Anlayamamanın ve de anlamakta zorlanmanın farklı bir görünümü. Aslında bir tür kendini kandırma, hayatın belirsizliklerine karşı bir tür güvenlik duvarı örmeye çalışma olarak da görülebilir bu psikoloji. “Önce kendimi düzelteyim, sonra gerisine sıra gelir nasıl olursa!” şeklinde. 

Tabii ki güvenlik duvarı örmeye çalışmanın farklı versiyonları da hemen çıkıyor karşımıza. Bir süredir paylaşımlarda, haberlerde eksik olmayan “Gezi kuşağı Türkiye’yi terk ediyor” manşetleri bu güvenlik arayışının bir başka görünümü değil mi? “Siyasi devrim mi yoksa öznel devrim mi?” sorusunun güncel bir yanıtı yani.

Ama ister göç edelim, istersek kendimizi düzeltmenin binbir farklı yolunu isteyelim sorun şu ki çözüm kendini yeniden ve de yeniden gözümüzün önüne dayatıyor. Ve herkes de çözümü öyle ya da böyle görüyor. Ama çözümün gerektirdiği köklülük ve kapsam… İşte o, zor görünüyor! Sonra çıkışlar aranıyor. Kısa yollar, yırtma planları ve rahat kaçışlar.

Yanlış anlaşılmasın, kimseyi suçluyor değilim. Gerçi o da yapılabilir. Ve aslında burada dile getirdiğim bakış bir tür suçlama da içeriyor. Ama daha önemli bir nokta gözden kaçıyor: Kapitalizm durmuyor. Siz kendinizi keşfettiğinizi sanarken, güvenlik arayışınızı giderirken, yol aldığınızı düşünürken kapitalizm de yol alıyor. Hem de daha çok. 

Sonra “işte tüm bunlar psikolojik” demek yine son çare olarak sizi buluyor.

Ama kaçış yok. Roudinesco’nun Lacan yüzyılı tanımını erken bulduğumu belirtmiştim. Evet, 21. yüzyıl şimdilik biraz öyle gitti. Psikolojik. Ama artık istesek de istemesek de o psikolojinin de geride kalacağı yeni bir döneme doğru yol alıyoruz. Yol almak zorunda kalıyoruz. 

Ve belki de siyasal devrim ile öznel devrim arasındaki gerilimde tanıdık, bildik ama bambaşka bir sayfa açmamıza olanak verecek bir dönem bu.

Göreceğiz.