İlahi Bob

Garip bir sıkışmanın nesliyiz işte. Bir tarafta Nejat Alp vardı çevremizde, bir tarafta da Boblar. Bir değil hem de kaç tane!

Bebob vardı mesela. Bob Marley vardı ayrıca. Ve tabii ki Bob Dylan vardı. Uzakta. Bir yakın çevremize bakıyorduk bir de uzaklara, oralara.

Uzakları yüceltmek kolaydır; ayrıntılar, çirkinlikler, kabalıklar, eğretilikler pek seçilemez. Yakın olduklarımızı ise didik didik biliriz. Her santimini, her köşesini. Zerresi bile batar bize.

İşte öylesi bir nesil olduk, biz; zaten geçiyor artık zaman.

Yakınımızdakilerin bir derdimize derman olacakları yoktu. Mecbur uzaklara bakıyorduk. Cevabı esen yelde arıyorduk. Gök kubbede hoş bir seda bırakan her sese de dört elle sarılıyorduk.

Geçen hafta bir tür araf konumundan bahsetmiştim. Bitaraf görünmeyi becerenlerden. Takipçilerini ve kendisini ilk fırsatta babanın (düzenin) hanesine yazdıran ama o fırsata kadar da babayı, babanın düzenini iplemez, takmaz olanlardan, olabilenlerden bahsetmiştim.

Ama heyhat! Hayat bu ya! Herkes bir biçimde taraf olur ve “bir de bakılır ki iş işten geçivermiş: Bu kimseyi takmayan ağabeyler, ablalar, arkalarında bıraktıkları enkaza hiç bakmadan eninde sonunda babanın yanında yer alırlar ve protesto arayışındaki herkesi babanın hanesine yazdırırlar.” Ve bağırır şarkı: Yaşıyorum gelişine, takılıyorum kafama göre!

Eksik bırakmışım; tam da üstüne denk geldi. Kaldığım yerden devam ediyorum.

Kafasına göre takılanlar, yani bir biçimde babaya eyvallah çekenler geniş bir yelpazede yer alırlar. Bu yelpazenin insanları, bazen hiç kale alınmaz, bazen meczuplaştırılır, bazen şeytanlaştırılır, bazen de ilahlaştırılır. Zaman zaman işler ciddiye biner ve babanın yasalarına, düzene tehdit olarak görülürler. İşte ne kadar protest iş varsa oraya akar ve de oradan çıkar. Zaman zaman da zararsız soytarılar olarak görülürler.

Ama o soytarılık konumu bile onları bir farklı kılar. Araftaki tarafsız halleri tasdik üstüne tasdik alır. Onlar, efendilerin ve kölelerin aleminden, banallikten, o sıkıcı kör dövüşünden uzaktadırlar. Ortamlarda sıkılırlar.

Ne diyordu şarkı?

“Buradan dışarı bir yol olmalı” dedi soytarı, hırsıza
“İşler fena karıştı,  pek tat alamıyorum
İçer patronlar şarabımdan, kazar çiftçiler tarlamı
Bu satırdakilerin hiçbiri bilmez bunların kıymetini”.

Ne yalan söyleyeyim, ortamlarda sıkılmakta da haksız sayılmazlar. Ortamda, işte, sabah kalkıp işe gitmek ve yasal sevişmeler için eve dönmek var. Hepsi bu! Güneşin altında yeni bir şey yok. Soytarı ise aşmıştır bunları. Güldürür efendileri ve tabii ki köleleri. Şaşırtıcıdır ama efendilerle kölelerin eğlencelerinde çok az fark vardır ve hepsi de vurgundur en çok eğlendirene.

Tabii ki şarkı da yuvarlanır gider.

“Heyecanlanmaya gerek yok” dedi hırsız kibarca
“içimizden pek çoğu sanır ki hayat yalnız bir şaka
Ama sen ve ben bunları aştık ve bu değil kaderimiz
Şimdi bırak boş yere çene çalmayı, bak zaman geçiyor”.

İktidar mı? Hani şu insanı soysuzlaştıran şey mi? Onlar çoktan aşmıştır bu tür gevezelikleri. Hiç girmezler o topa. Her şey olur biter ama onlar orada değillerdir (I’m Not There), failleri kendileri olsa bile. Çoktan gitmişlerdir. Bir biçimde yırtarlar. Her tür beladan. Zaten yırtamayanlarına da tutunamayanlar denir.

Ne diyordu şarkı?

Ona yardımcı olmak için orada olmayı isterdim

Ama orada değilim, çoktan gittim.

Sonra bir öğle vakti haber gelir; siz efendinin malikanesinde gönüllü (evet, o zaten hep demez miydi, “bile isteye gidiyorsun bu adamla” diye) çalışırken büyük ödülü kaptığı haberi gelir. Hem de herkesi, tüm bahisleri ters köşeye yatırarak.

Ve beklersiniz; yine de bir numara çıkar mı diye!

Beyhude, ilahi Bob.

Beyhude.

Not: Hani “tutunamayanlar” demiştim ya az yukarıda. İşte o tutunamayanlardan bir grup var ki hakikaten bir başka dünyadan gelmişlerdir. İşte onlar bizi ayartırlar, kafalarlar; böyle bir dertleri olmasa bile varoluşları yeter. Daha doğrusu yeterdi, bizim nesilden, yoldan çıkmaya hazır her yeniyetme için.

İşte uzun zamandır onları yazıyordu Murat Beşer burada, soL’da. Ve dün onlar, bizim neslin aklını çelenler bir araya geldi. Nerede mi? Yoldan Çıkmış Simalar’da. Bekliyorduk. Sağolsun. Kendimizi arayacağız içinde. Geçtiğimiz yerleri, uğradığımız pasajları, rastladığımız insanları ve şarkılarımızı.

Ne diyordu o şarkı?

Çünkü bir işler dönüyor burada,

Ama sen pek de neler olduğunu bilmiyorsun.

Yoksa biliyor musun [Tolga?

Yoksa biliyor muydun?]