Gitti meczup, geldi psikopat

Benim bildiğim arızalı çıkış yapanlara meczup denirdi. Bir zamanlar. Mesela 28 Şubat’ı da içine alan restorasyon sürecinde ortalıkta çok meczup vardı. Şimdilerde hatırlayanı kalmış mıdır bilemiyorum ama Çankaya köşkü önünde soyunan şarkıcı kadın meczuptu. Aczimendiler meczuptu. Fadime Şahin meczuptu. Mustafa Kemal'e küfredenler has meczuptu. 

O dönemin (ve tabii ki her dönemin) iktidarı ve muhalefeti tüm bu kesimleri meczup ilan etmek konusunda çok hızlı davranırdı. Meczubu göz açıp kapayıncaya kadar arızalı her aktöre yapıştırıverirlerdi.

Bir gazetenin kenarından geçen gençler, parasız eğitim için pankart açan üniversiteliler, hakkını arayan emekçiler ise tabii ki teröristti. O dönemin iktidarı ve muhalefeti tüm bu kesimleri suçlu, terörist ilan etmek konusunda da çok hızlıydı.

Ve solcu öğrencileri, hakkını arayan örgütlü emekçileri içeri tıkmak konusunda ne kadar kararlılarsa meczupların haline acıyıp, onları salıvermek ve hatta bazen ödüllendirmek konusunda da bir o kadar ısrarcıydılar.

Sonra kayboldular. Meczuplar. Kendileri kaybolmadılar belki ama meczup tanımının kendisi kayboldu. İktidarı ve muhalefetiyle tüm düzen meczup kavramından uzaklaştı. Kimsecikler kullanmaz oldu bu güzide ve aklayıcı kavramı.

Evet, belki ona, buna, şuna meczup demeye gerek kalmadı ve meczupluk arızi bir durum olmaktan çıktı; tüm bir sistemin kendisine dönüştü. Olabilir. Tartışılır. Ama bir şeyler oldu işte ve en sonunda meczup tedavülden de kalktı.

Tedavülden kaldırmak ise geçtiğimiz hafta iktidar partisinin sözcüsü Mahir Ünal’a nasip oldu. Meczup gibi halka ve tarihe mal olmuş bir tanım yerine tıbbi bir dile geçti, Ünal. Akit TV'de histeri krizi geçire geçire “sivil öldürmek için lokasyon veren” Ahmet Keser’i "açık bir psikopatoloji" olarak tanımladı. Böylece meczupun yerini psikopatoloji almış oldu.

Şaşırmadım dersem, yalan olur. “Açık bir psikopatoloji” fazla içeriden, fazla meslekten bir tanımlamaydı. Ben de araştırdım: Ünal, akademik yönü de olan bir kişiymiş. Kendi sitesinde yazdığına göre davranış bilimleri bölümü başkanlığı yapmış. Yani “normal ve anormal davranış nedir?” bunu öğreten, araştıran bir bölümde. İsmini bilemediğimiz bir üniversitede ama sonuçta üniversitede davranış bilimleri bölümü başkanlığı yapmış.

İşte meczup kavramını siyasi tedavülden kaldırmak da psikopatoloji konusunda da akademik geçmişi olan Ünal’a nasip oldu. İktidarın yetkili isimlerinden birisi olarak Türkiye gericiliğinin sıradan bir haline dair temel bir tanımı kökten değiştirmiş oldu.

Olabilir; belki de Ünal, bizlerin göremediğimiz bir anomali gördü Keser’de. Ama biz meczuba alışmıştık; iktidarı ve muhalefetiyle tüm düzenin bu tarzı, bu kişilikleri apar topar meczup ilan etmelerine, aklanmalarına da. Keser’i niye harcadılar, anlamadık.

Gelelim psikopatolojiye… Burası ise biraz karışık. Çünkü meczupta olmayan riskler var psikopatolojide. Öyle kolayca acıyıp bir kenara “canımmm” diyerek oturtmak kolay olmayabilir.

Siyasette psikopatoloji topluma göre genel olarak daha yüksektir. Bir tek siyasette değil tabii ki. Yaratıcılık, girişkenlik, risk almayı gerektiren her alanda, örneğin bilimde, sanatta da psikopatoloji daha yüksektir. Ne de olsa “deli olmadan veli olunmaz”. Yaratıcılık, liderlik, yol-yön göstericilik ile meczupluk arasında bazen çok ince bir çizgi oluyor ve hatta bazen neyin deli neyin veli olduğu bile anlaşılmıyor. O kadar iç içe, siyaset ve psikopatoloji bizde.

Tabii ki bir tek bizde değil. Günümüzde başka ülkelerin, toplumların da çok farkı kalmadı, siyaset ve psikopatoloji konusunda. Trump’a alıştı kamuoyu artık; ama Berlusconi geri gelirse neler yapacak, göreceğiz! Gürcistan eski devlet başkanı Mihail Saakaşvili’yi ise saymıyorum.

Tabii ki kişilerin psikopatolojisi siyasete steril bir alan da sağlıyor: "Yapacak bir şey yok; adam böyle. Ne yapsa yeridir” anlamına geliyor hepsi. Önceden meczup, şimdi ise psikopatoloji tüm bir egemen düzeni aklamaya yarıyor. Hâlbuki bir zamanlar Cihangir, Moda, Alsancak, Çankaya falan düzenin en önemli isimlerinin de zikrinden ve de fikrinden geçmedi mi? Ne demiştim, Keser’i niye harcadılar, anlamadık.

Psikopatoloji yine de sakıncalı bir tanımlama. İşin içine yasaları, zorunlu tedaviyi sokmak, kişileri aylarca hastanede, kapalı serviste yatırmak gerekebilir. Meczubun ise acınıp ivedilikle bırakılmak gibi bir rahatlığı vardı. Gerçi 28 Şubat sürecinde ortaya salınan meczupların önemli bir kısmı, özellikle de sansasyonel olanları özel imal edilmişti. Büyük ihtimalle. Derin bir meczupluk vardı onlarda.

Meczupluğu derin olanların küçük bir kısmı ise garibandı: Bir biçimde korumasız kalmış, kendisini korumayı da çoktan unutmuş kişilerdi; akılları başlarında değildi. Psikopatoloji şimdi onları da korumasız bırakabilir. Belli olmaz.

Siyaset söz konusu olunca garibanlarla özel imal edilenlerin arasında kalan geniş coğrafyada ise psikopatoloji ve kurtluk, psikopatoloji ve soytarılık, psikopatoloji ve satılmışlık iç içedir. Rüzgâr arkalarından estiği müddetçe psikopatoloji alkışlanır, desteklenir, göklere çıkarılır hatta koca bir halkı büyüler. Ama rüzgâr kesilince de hemen düşer psikopatoloji.

İyileşir mi? Geçer mi?

Tedavisinin neyle ve nasıl olduğuna bağlı olarak, belki. Tabii ki tedavi var, tedavi var. Kimisi geçici, kimisi ise köklü. Eh, öyle olunca psikopata ne olacağı da hiç belli olmaz.


* soL Portal’da normalde salı günleri yazmıyorum. Ama “psikopatoloji” tartışmaları devam ederken pazara yetiştiremediğim bu yazıyı en azından bugüne yetiştirmek istedim. Keyifli okumalar. Pazar günü tekrar buluşmak üzere.