Çarşaf, Zincir, Balyoz

Zaman kapsülü ilk çıktığı zaman büyük ses getirmişti. Öyle ki etkisini yüzlerde katman katman, dalga dalga görebilmek mümkün oluyordu. Kısa sürede hakkındaki koyu şüpheleri ve yersiz endişeleri yatıştırmış, neredeyse hayatın olağan, doğal bir parçası oluvermişti. İsteyen istediği an kapsüle atlayıp yarına bir uğrayıp geliveriyordu.

Sonra zaman kapsülünden nefret edenler türemeye başladı. Daha doğrusu zamandan nefret edenler türemeye başladı. Kapsülü seviyor ama zaman meselesine homurdanıyorlardı. Hem de ne homurdanma! Kapsülün üst modellerini, güncellemelerini anında ediniyorlardı ama bir yandan da zaman geçmesin istiyorlardı. İkircikli bir düşkünlük içinde homurdanıp duruyorlardı.

Kapısını çalmadıkları âlim, bilgin, mucit ve şaman kalmamıştı. Zamanda geriye gitmek neden mümkün olmuyordu ki? Kapsüle dair bütün dertleri buydu. O kadar çok istiyorlardı ki sanki her neye mal olursa olsun ödemeye hazırdılar. Yeter ki zaman dursun, en azından yavaşlasın ve de mümkünse geri gitsindi. Zaman kapsülünden bir tek ve de bir tek bunu bekliyorlardı.

Ara sıra, mesela yolda yürürken iki kişinin kendi arasında “Tek yönlü yolculuk mu olurmuş!” diye konuşmasına denk gelebilirdiniz. Gerçekten de zaman kapsülü dışındaki hemen her araç ileri ve geri de dâhil olmak üzere birçok yöne gidebiliyordu. Koca gemiler, devasa vinçler, upuzun trenler, çok katlı uçaklar ve alev topu mekikler için yön sıkıntısı yoktu. “Bu zaman kapsülüne de ne oluyordu böyle?” Yakınmalar, homurdanmalar gırla gidiyordu.

Sonra tek tük “Kahrolsun Zaman” tişörtleri boy göstermeye başladı. Sonra “Elbet bir gün geri gideceğiz!” dövizleri belirdi kapsüllerin etrafında. Hatta bazıları “İleri gitmek istemiyoruz!” yazdırdı kapsülün kaportasına.

Çeşitli yazışmalarda, farklı platformlarda ve bazı tartışma kanallarında “Kapsülle bir derdimiz yok! Edep yahu! Kim demiş kapsülle derdimiz var diye! İcatların başımızın üstünde yeri var. Ama bizim derdimiz zamanla. Her şey geri gidebiliyorken bu zaman neden hep ileri gidiyor? Neden tek bir yönü, tek bir doğrultusu var? Açıklayın bakalım!” gibi sorular beliriyordu. Altlarına da bu tür beyanları destekleyenlerin çeşitli halleri yığılıyordu: Beğendim, muhteşem ve öfkeli diye.

Aralarından kimisi Aryanlıları suçluyordu. Çünkü peşine düştükleri bir söylentiye göre zamanda geriye gidiş onlar yüzünden mühürlenmişti. Bu söylenti o kadar tutmuştu ki ara sıra birilerinin kapsüllerden başlarını uzatıp “Aryanlılar olmasaydı bu mühür de olmayacaktı!” diye bağırdıklarına denk gelebiliyordunuz.

Diğer yandan tüm bu homurdanmalara, şamataya, bağırışlara rağmen zaman kapsülüne hemen her yerde rastlanabiliyordu. Hoşnutsuzluk ucu bucağı olmayan geniş bir memnuniyet çölünde yutulup gidiyordu sanki. Evet, hoşnutsuzluk tam bir sükûnetle karşılanıyordu ve sükûnetin içinde doğallığın verdiği bir rahatlık vardı. “Zaman akar ve yolunu bulur!” deniyordu.

Yine de bazı açıklamaları duymak, okumak ve de görmek mümkündü: “Zamanda geriye gitmek… Melankolik bir yanı var bu isteğin; biz de elimizden geleni yapıyoruz ama bazı yollar vardır, bazı yönlere kapalı. İsteseniz de giremezsiniz. Zaman geçer, atom döner ve madde yorulur.” gibi ama bekleyenler beklentilerinde ısrar edeceklerdi, belliydi.

Uzamsal şamanlardan, cilt cilt mucitlerden ve de zalim âlimlerden ümidi kestikleri bir kesitte yükselen hayal kırıklığı ve yerleşen çaresizlik için bir yarışma düzenlemeye karar verdiler. Kapsülün kendisinde değil ama zamanın kendisinde bir değişikliğe izin verecek ya da zamanı yavaşlatacak, mümkünse durduracak ve belki durdurmakla da kalmayacak geriye gitmeyi sağlayacak bir ya da birkaç icada, yeni tasarıma ödül verileceğini ilan ettiler.

Ama bırakın geriye gitmeyi, zamanı azıcık olsun yavaşlatacak bir icat bile çıkmadı. Vasat ve de herhangi bir sonuç içermeyen çabalar arasında bocalayan jüri bir türlü karar veremedi. Jüri biçare kalınca bu sefer genele sorulmasına karar verildi. Zamanda sadece ve sadece geriye gitmek isteyenlerin katıldığı bir oylama yapıldı ve sonuçta üç icada, icadımsı kalkışmaya ödül verilmesi kararlaştırıldı.

Üçüncülüğü bir çarşafa verdiler. Çarşafın çalışma ilkesi basitti: kapsülün üstüne örtülüyor ve ucundan tutanlar tarafından hızlıca geriye çekiliyordu. Kapsülü örtmek dışında bir işe yaramasa da yeni fikirlere ilham vermesi açısından ve köktenciliği için ödül almaya layık görülmüştü.

İkinciliği zincire verdiler. Zincirin aksamı yalın ve ağırdı. Kapsülün iki kenarına eklenen kancalara takılıyor ve zamanı yavaşlatması umuluyordu. Açıkçası gözlere hitap ettiğinin herkes farkındaydı ama en azından filli bir tutma hali yaratması açısından dereceye girmişti.

Birinciliği ise bir balyoza verdiler. Balyoz kaba ve görkemliydi. Öyle kapsülün herhangi bir noktasına değil sadece ve sadece tek bir noktasına vurulması gerekiyordu. Evet, o noktayı denk getirmek pek kolay değildi. Bu nedenle bazı kapsüller ne yazık ki parçalanıp heder olmuştu. Ama yapacak bir şey yoktu. Balyozu kapsülün üstünde tek bir noktaya vurmak gerekiyordu. İşte o noktaya vurunca uzay zamanda bit titreşim meydana geliyordu. Hafif bir titreşim. Zamana pek dokunmayan ama vuranı mest eden bir titreşim. İşte o mest olma hali için büyük ödüle layık görülmüştü.

Zaman ise durmuyordu; çarşafa dolanmaksızın, zincire vurulmaksızın, balyozla dağılmaksızın akmaya devam ediyordu.