Bu hatıralar kimin?

Biliyorum, birçok siyasi ve toplumsal gelişme olup bitiyor. Hatta ardı arkası kesilmiyor gelişmelerin, olayların. Ama bir yandan da pek farkında olmadığımız önemli gelişmeler yaşanıyor, bir yerlerde. Nerede? Örneğin bilim dünyasında. 

Aslında oldukça popüler ve fantastik bir konudan bahsetmek istiyorum. Ama meselenin sadece fanteziyle sınırlı kalmadığını da düşündüğüm için...

2004 yapımı ‘Sil Baştan’ (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) filmini bilmem izlemiş miydiniz? İki sevgili, yürümeyen ilişkilerinin ardından birbirlerini unutmak için zihinlerinden ilişkilerine ait anıları sildiriyorlardı. Ama aşk bu ya, küçük bir hatıra kırıntısı zihinde bir yerlere, yapılan silme işleminin ulaşamayacağı bir yerlere saklanıyor ve iki sevgili farkında olmaksızın (birbirlerini hatırlamamalarına rağmen o silinememiş hatıranın da etkisiyle) tekrar ilişkilerinin en başına dönüyorlardı. İşte bu fantastik kurguda olduğu gibi hafızanızdaki bazı kötü anılardan kurtulmak ister miydiniz? Örneğin aşağılandığınız bir andan, hatırlamak istemediğiniz yüzlerden ya da bir kazadan, bir karardan…

Elbette ki hatıraların silinebilmesi için yaşantıların, deneyimlerin, hatta kokuların, belirli anlara ait hislerin beyinde bir yerlerde kalması gerekiyor. Bir patikada kalan izler gibi. İşte bu izleri saptamak için yapılan araştırmaların tarihi II. Dünya Savaşı’na kadar uzanıyor. Uzunca bir süre izlerin beyinde bir yerlerde bulunabileceği düşünülmüş ve bu izlere engram (içeriye yazılı) adı verilmiş. ‘Engram’ı Google, Türkçeye ‘uyarıların beyinde bıraktığı iz’ diye çeviriyor. Hafıza izi de denebilir kısaca. Ne de olsa hatıralar, daha iyi bir terimin yokluğunda adına ‘hafıza izi’ dememiz gereken hayat tortularıdır.

Ama uzun yılların araştırmaları gösterdi ki beyinde, bir yerlerde böylesi bir iz bulmak mümkün değil. Anılar, beynin birçok bölgesinin birlikte işleyişiyle kaydediliyor. Yine de anıları saklamanın bazı aşamaları beyinde belirli bölgelerle ya da işlemlerle ilişkilendirilebilir. Örneğin 2001 tarihli Memento filminin kahramanı hafızasında yeni bilgi, yeni anı oluşturamıyordu. Yakın geçmişi (dünü, önceki haftayı) hatırlayabilmek için kendi çektiği fotoğrafları ve vücudundaki dövmeleri (yani bir nevi hafıza izlerini) kullanıyordu. Sorunu ise eşinin de öldüğü bir saldırı sırasında beyninin belirli bir bölgesinin hasarlanmasından kaynaklanıyordu.

Gerçekten de hipokampus adı verilen bu beyin bölgesi yaşantıların kısa bellekten uzak belleğe geçmesinde, yani anıların oluşmasında önemli bir yere sahiptir. Bu bölgenin hasarlanması sonucunda eski anılar korunurken yeni anılar oluşamaz. Örneğin Alzheimer Hastalığı’nda da ana sorun hipokampusla ilgilidir. Velhasıl hafızanın tamamı belirli bir beyin bölgesine yerleştirilemese de hafıza zilerinin hipokampus gibi bazı beyin bölgelerinde işleniyor olduğunu biliyoruz.

Hafıza izlerinin yerini kısmen bilsek bile bir başka soru daha yanıtlanmayı bekliyor: Yaşantılarımız nasıl oluyor da hafıza izlerine dönüşüyor?

Daha basit yapıdaki canlılardan elde edilen bilgiler, hafızanın oluşumunda ‘uzun-süreli potansiyel artışı’ adı verilen bir tür elektrokimyasal işlemin rolü olabileceğine işaret ediyor. Bu potansiyel artışı, sinirsel bir yola, bir patikaya benzetilebilir. Sinir hücreleri arasında o hatıra için açılan ve ileride zamanı gelince (o anıyı hatırlatan bir durumla) yeniden uğranan bir patika olarak düşünülebilir. Ve bir patikadan ne kadar çok geçersek hafıza izi o kadar belirgin oluyor.

Varsayım bu şekildeydi ama özellikle memelilerde yaşantıların bu tür bir nörokimyasal olayla işlendiği gösterilemiyordu. Yeni teknolojilerin yardımıyla artık beynin yaşantıları nasıl işlediğini hücre düzeyinde inceleyebiliyoruz: Optogenetik adı verilen bir teknik, bir ışık huzmesinin sinir hücresindeki iletimi değiştirmesini (açmasını ya da kapatmasını) sağlıyor. Böylece yaşayan bir canlıda beyin etkinliği hücre düzeyinde dışarıdan değiştirilebiliyor. Bu durumda akla bazı anılardan kurtulmak mümkün mü sorusu bir kez daha geliyor. Ve sanırım bu mümkün; bir dereceye kadar!  

Geçtiğimiz yıl farklı araştırma grupları sıçan beyninde hafıza silme işleminin ilkel ama sarsıcı bir versiyonunu gerçekleştirdiler. Bir sıçanın hafızası üzerinde mühendislik yaptılar: Optogenetik aracılığıyla önce sıçanın beynine daha önce hiç yaşanmamış “korku dolu” anılar yerleştirdiler. Sonra da bu yaşanmamış, dışarıdan yerleştirilmiş anıları sildiler (bknz. Nabavi ve ark. 2014; Johansen ve ark. 2014).

Dahası da var! 2010 yapımı Inception (Başlangıç) filmindeki fantastik düşünce hırsızlığı-mühendisliği de sıçanlarda neredeyse gerçekleştirildi. Bu filmde farklı bir hırsızlık ekibi kendi tasarladıkları rüyalar aracılığıyla hedeflerinde yer alan kişilerin bilinçaltlarından bazı kurumsal bilgileri çalıyorlardı. Filmin zirvesini ise yine rüyalar aracılığıyla uyku sırasında bir başkasına ait olan düşüncelerin bir başka kişinin bilinçaltına ekilmesi oluşturuyordu.

İşte geçen yıl yapılan bir diğer çalışmada araştırmacılar sıçan beyninde sadece yaşanmamış anılar ekmek ve silmekle kalmadılar bir de üstüne varolan kötü anıları daha olumlu bir başka bağlam içine yerleştirdiler (bknz. Redendo ve ark. 2014). Bir nevi, bilinçaltını değiştirdiler.

Sıçanlardaki tüm bu araştırmalar, evet bir yandan beynimizin bir yerlerinde yaşadıklarımıza ait tortularının, hafıza izlerinin bulunduğunu gösteriyor ama kullanılan teknik belki de daha ötesine de göz kırpıyor: İnsan düşünceleri, hatıraları dışarıdan değiştirilebilir!

Zihinsel ıstıraplar içindeki kişiler, örneğin maruz kaldıkları travma sonrasında stres bozukluğu geliştiren ya da bunamadan mustarip kişiler için iyi bir gelişme olarak da görülebilir bu araştırmalar. Hatta tüm psikiyatrik sorunlardan mustarip olanlar için de… Çünkü ne de olsa hepimiz geçmişin, hatıraların tortusu altında yaşamıyor muyuz bugün? Kötü çocukluğun, tedirgin edici deneyimlerin…

Açıkçası komplo teorileriyle aram iyi değildir. Ama her fantezinin (örneğin filmler) gelecekteki gerçekliğin bir önhabercisi olduğunu görebilecek kadar da deneyim, teori vb. sahibiyim. Birkaç yıl önce Slavoj Zizek'in ‘Ahir Zamanlarda Yaşarken’ kitabını okuduğumda en fazla gülümsediğim ('Hadi canım sen de!' dediğim) bölüm biyogenetik gelişmelerle ilgili kötümser, hatta oldukça kuşku dolu değerlendirmelerinin olduğu bölümdü. Çok kısa söylemek gerekirse Zizek birilerinin genel olarak insanlığın biyolojik ve genetik işleyişini değiştirmesinin, müdahale etmesinin neredeyse mümkün hale geldiğini ve bu girişimin geniş kesimler tarafından tartışılmayan ciddi sonuçları olduğunu belirtiyordu. Elbette ki çok da haksız sayılmazdı ama kendi adıma kitabın diğer bölümlerine göre fazla fantastik görünmüştü düşünceleri.

Şimdi düşünüyorum da aynı anda hem heyecanlandıran hem de farklı soruları akla getiren bu gelişmelerden sonra haksızlık etmiş olabilirim. Ne dersiniz?

Değinilen araştırmalar: 

Johansen JP ve ark. (2014) Hebbian and neuromodulatory mechanisms interact to trigger associative memory formation.  Proc Natl Acad Sci U S A. 2014 Dec 8. pii: 201421304.

Nabavi S ve ark. (2014) Engineering a memory with LTD and LTP. Nature. 511 (7509): 348-52.

Redondo RL ve ark. (2014) Bidirectional switch of the valence associated with a hippocampal contextual memory engram. Nature. 513 (7518): 426-30.