Avanti Musica III: Aramızda dolanan hayaletler

Zamanın ruhu çok az kişiyi teslim alamaz. Kafa tutmak ve ayakta kalmak, dinmeyen bir çaba gerektirdiği için. Ve örneğin bir müzisyenin de zamanın ruhuna direnmesi kolay değildir. Ne de olsa ana akım dedikleri kuru gürültü belirleyicidir. Yine de belli olmaz, birkaç yıla hâkim olan değerler, tarz ve ses, sonraki on yılda gözden düşer ve hoş bir seda olarak mazide kalır. Politik müziğin tarihi bir anda kendisini, iddialarını ve çabasını tatlı bir nostalji olarak geçmişte kalmış bulan onlarca isimle doludur. Ama bir de her dönemde zamanın ruhuna kendi rengini katanlar vardır. İşte zamanın ruhunu kendi renkleriyle boyayan iki isim, ard arda yeni albümler yayınladılar geçtiğimiz günlerde.

Sanatsal yaratıcılık bir anlamda büyücülükse eğer, Robert Wyatt da 1960'lar İngiliz rock camiasının en ışıltılı büyücülerinden birisiydi. O dönem, müzikte sınırları zorlayanların dönemiydi ve bir avuç insan hep beraber, sınırları sürekli olarak daha ileriye götürüyorlardı. Wyatt’ın vurmalılarının başında oturduğu Soft Machine grubu, Pink Floyd’la birlikte 60ların İngiliz psychedelic rock müziğinin daha derinlikli bir içerik kazanmasını sağlamıştı.

Ama sonra 1970'ler gelince, bir önceki on yılın arayışlarını silip süpüren bir tutuculuk belirleyici olduğunda tüm büyücüler birden kırpılıp biçilen yıldızlara dönüştü. Wyatt’a ise hem arayışları hem de hayat bambaşka bir yol açtı. 1973’te bir parti sırasında üçüncü kattan düştü ve o kazadan sonra hayat boyu eşlikçisine dönüşen tekerlekli sandalyesiyle buluştu.

Bu kaza Wyatt’a kendi istediklerine yoğunlaşması fırsatı vermiş olmalı ki ana akımla olan sallantılı ilişkisini de kesti ve müzikal yolunu tamamen caza, deneysele çevirdi. Bir tek orada da kalmadı, 60'ların sıcağından çıkan dünya soğurken onun içi yanmaya başladı ve üyesi olduğu Britanya Komünist Partisi’nin 90lardaki tasfiyesine kadar üyesi olarak kaldı. Müziğinde ise politik olana gitgide daha çok yer açmaya başladı.

Wyatt 1971’de yayınlanan ilk solo albümünden itibaren farklı isimleri, farklı çalgıları kendi şarkılarında, kendi tarzı altında bir araya getirebilen bir düzenleyici oldu. Rock’tan caza, folktan deneysele uzanan meşrebi bol albümlerde Wyatt ve yol arkadaşları geniş bir alana dağılan farklı tarzlardan, ama en çok da bir tür cazdan etkilendiler. Ortaya Wyatt’ın ismi ile tanımlanabilecek bir eklektik müzik çıkmış oldu. Wyatt’ın kırılgan ama etkileyici sesi, bir yandan Brian Eno, Björk gibi popüler müziğin yaratıcı isimleriyle buluşurken bir yandan da Wyatt yeni isimleri zamanın ruhuna direnenler arasından buldu çıkardı.

Politik müzik, ana akımın içinde eski itibarını kaybedip erirken o hep saygıyla ve hayretle izlendi, albümleri gıptayla karşılandı. Şarkıları iki kez çok dinlenenler listesine girdi. İngilizler Arjantin'in burnunun dibindeki Falkland adaları için seferber olduğunda bu toplumsal tutulmanın karşısına "Shipbuilding" ile çıktı. “Derinliklerden ışıltılı elmaslar toplayabilecekken..” diye ironik bir tonda seslendi toplumuna. İngiliz televizyonunda yayınlanan en önemli müzik programına genel toplumu yadırgatmaması için tekerlekli sandalyesi olmadan çıkması istendi. Program yapımcıları, program tarihinde yaşadıkları nadir retlerden birini Wyatt’tan aldılar.

Müziği yazılmış ve bitmiş, kapalı bir üretim olarak değil de ucu açık bir uğraş, çaba olarak gördü. Antik Yunan tiyatrosuna gönderme yaparak müziği dram olarak değil trajedi/komedi anlatım aracı olarak gördü. “Eninde sonunda bir siyasetçi ya da filozof değilim, çeşitli kayıtlar yapan basit birisiyim. Bu kayıtlar ayakta kalır ya da silinir gider. Bilemem. Sesler ve ezgiler, kulaklara dinlenebilir gelecek bir takım üretimleri, sahip olduğum tüm becerilerle yapmaya çalıştığım tek yerdir. Hepsi bu!”

Wyatt’ın saksafoncu Gilad Atzmon ve viyolonselci Ros Stephen ile geçtiğimiz günlerde yayınladığı “For The Ghosts Within” sahip olduğu becerilerin onca yıla rağmen hâlâ nasıl da dolu dolu olduğunu, bakışının ve hünerinin bir yandan çok tanıdık ama bir yandan da hâlâ çok yenilikçi olduğunu gösteriyor. Albümde üçlüye Ros Stephen’ın yaylı çalgılar dörtlüsü eşlik ediyor ve hep beraber klasikleşmiş caz standartlarından geçip Wyatt’ın eski şarkılarına, oradan da Filistin rapine kadar uzanıyorlar. Atzmon yanık bir gırnata sesini uslanmaz bir bebop üfleyişiyle birleştirirken (ki Lullabay for Irene’i dinleyen her Orta Doğu’lu derin bir of çekecektir) ister standart olsun ister Wyatt’ın kendi şarkıları olsun, Wyatt’ın hüzünlü sesiyle her bir şarkı tekinsiz bir hava kazanıyor.

Günümüz toplumlarının etrafında dolanan bazı hayaletleşmiş değerler sanki geçtiğimiz yüzyılın içinden çıkıp geliyor. Bu hayaletleri çağırmak için albümün kapanış şarkısını Louis Armstrong’un hâlâ aramızda dolanan hayaleti oluşturuyor: Umut, dayanışma gibi hayaletler “What a wonderful world” olarak çıkıp geliyor ve Atzmon’un “Bush ve Blair gibi heriflere rağmen hâlâ harika bir dünya olabileceğine inanıyoruz!” diye açıklamasıyla yeniden hayat buluyorlar.

Bu tür göndermeler, aslında For the Ghosts Within albümünün dinleyenin dikkatine kalan protest yanını oluşturuyor. Aslında Wyatt her albümünde bu belli belirsizliği başarıyla üreten bir müzisyen. Albümlerinde ve şarkılarında nasıl kendi yaşamını işliyorsa dinleyiciye de o kadar yer açıyor. Politik olmadığını düşündüğünüz bir Wyatt albümünü dinleyip bitirdiğinizde aslında ne kadar da yoğun bir içeriği olduğunu kavrayıveriyorsunuz. Örneğin 2007’de yayınlanan bir önceki albümü Comicopera’da Wyatt son üç şarkıyı İspanyolca ve İtalyanca seslendirmişti. Albüm için yapılan söyleşilerde İngiliz dünyasında bilinmeyen başka dillerde şarkı söylemesini anlaşılmayan bir dilde de söylense güzel bir şarkının kendisini dinleyicisine anlatabileceği olarak açıklıyordu. Ama son şarkı Che’nin anısına yazılmış Hasta Siempre Commandante’ydi ve albüm Che’nin ölüm yıldönümünde yayınlanmıştı.

Wyatt’ın son iki albümünde beraber çalıştığı Atzmon’u seçmesi de aslında bu politik müzikal yanın bir göstergesi. Albümle aynı ismi taşıyan şarkıda Wyatt’ın karısı Alfreda Benge’nin “Hâlâ buradayız, zeytin ağaçlarının altında/Ve ne zaman göreceksiniz, burası bizim ait olduğumuz yer” diye yazdığı mısralar Atzmon’un son on yıldır giderek artan biçimde kendi gündeminde tuttuğu acıyı, zulmü bu albüme de taşıyor. Bu ortak ruh hali aslında Wyatt tarafından oldukça sahiplenilmiş. Keza geçtiğimiz yıl The Guardian gazetesi Wyatt’a yaşayan en önemli sanatçı olarak kimi gördüğünü sorduğunda yanıtı “işgal altındaki Filistin olarak tanımlamayı tercih ettiğim İsrail’de doğmuş olan Gilad Atzmon” olmuştu.

Daha önce Sanat Cephesi’nde ve soL’da değindiğim Gilad Atzmon ve ekibi Orient House Ensemble ise yine geçtiğimiz günlerde onuncu yıllarını kutladılar. Hem de yeni bir albüm ve oldukça dolu bir konser programıyla. Erdoğan’ın Davos’ta yaptığı çıkışta da andığı Gilad Atzmon, medya tarafından daha çok anti-siyonist olarak görülen bir isim. Grubunun ismi, Filistin yönetiminin Kudüs’teki yönetim binasının adını taşıyor. Çünkü Atzmon 20. Yüzyılı ve günümüzü yalanlar ya da uydurma hikâyeler üzerine kurulmuş bir düzen olarak görüyor. Bu nedenle grubun albümlerinden bir tanesi ekseni kaydırılmış 20. yüzyılı yeniden düzenlemeye adanmıştı. Zaten Batılı caz standartlarını doğulu bir havayla, yanık yanık çalarken öfkesini notalarda gezdiriyor. Bir Yahudi halk şarkısı yerlerinden yurtlarından edilmiş Filistinlilerin ağıtına, haykırışına dönüşüyor.

Gilad Atzmon, Orient House Ensemble’ı İsrail’i terk edip yerleştiği Londra’da 2000 yılında vurmalılarda Asaf Sirkis, piyanoda Frank Harrison ve basta Oli Hayhurst’la birlikte kurdu. Dörtlü farklı müzisyenlerle işbirliği yaparak 6 albüm yayınladı, birçok ülkede konserler verdi, farklı ödüller kazandı ve hem müzik dünyasında hem de siyasal arenada sürekli ilgi topladı. Grup günümüz cazının en üretken gruplarından birisi olarak görülüyor. Konserler ve albümlerle (ki içlerinde Filistin’le dayanışmak için düzenlenmiş sayısız etkinlik de bulunuyor) geçen on yılı kutlamak için ise en parlak albümleri olarak niteledikleri “The Tide Has Changed” yayınladılar. Albüm hemen geniş ilgi gördü, grup iki ayı bulan bir konser turnesi serisine başladı ve İsrail gazetesi Ha’aretz bile Atzmon’la yaptığı röportajı sansürlemeden yayınladı. Ki röportajın yapıldığı günlerde Atzmon müzisyen arkadaşlarını da yanına alarak kuşatma altındaki Gazze ile dayanışmak için Jazza isimli büyük bir festival düzenlemişti.

Atzmon ve OHE’ın ortaya çıkardıkları müzik, tarzlar arasındaki ayrımları silikleştiren bir yapıya sahip. Arap halk ezgileri, yüksek tondan çalınan doğaçlama cazla birleşirken arkadan bir Kurt Weill ironisi beliriveriyor. Hisli bir tango ezgisine yaylı çalgıların tellerinden yayılan bir nostalji eşlik ediyor. Atzmon müzikleri üzerine çeşitli yerlerde yaptığı söyleşilerde yaptıkları üretime baskı, zulüm ve direnişten enerji çıkardıklarını sık sık dile getiriyor. Bu anlamda da aslında grup son yılların cazındaki en önemli politik odağı temsil ediyor. Zülüm altındakilerin haykırışları OHE şarkılarında başkaldırının özgürlüğüne dönüşüyor. Bu sayede cazı şanlı geçmişin takıntıları arasında debelenip duran eski tarz bir sanatsal biçim olmaktan çıkarıp günümüz direnişinin, baskılara karşı başkaldırılarının dinamik bir üretim alanı haline getiriyorlar.

http://www.dominorecordco.com/artists/robert-wyatt/

http://www.gilad.co.uk/