Vardacı, Yedekçi ve Perdeci

Eskiden, Osmanlının son elli yılında aile büyükleri çocuklarına öğüt verirken “Aman oğlum oku, yoksa ya vardacı, ya yedekçi o da olmazsa perdeci olursun” derlermiş. Peki bu beğenilmeyen işler nelermiş: İstanbul’da atlı tramvayların yeni yeni görülmeye başladığı dönemde, yollardaki ahalinin yoldan çekilmesi için tramvayın önünden koşan, “Savulun” diye bağıran göğsü bağrı açık delikanlılara “varda”cı denirmiş. Zamanla, İstanbullular bu yeni araca alıştıkça vardacılarda sahneden çekilmiş. “Varda”cılık bir nev’i alarm işaretiymiş. Yedekçilikte bu tip, zamanla tarihe karışan bir meslek. Fayton vb gibi nakil araçlarının bile çıkmakta, geçmekte zorluk çektiği tepelerde, dar sokaklarda oturanlar, aşağıdaki semtlerde buldukları bir kiralık at’a binerek hanelerine ulaşırlarmış. Bindikleri atın sahibi de yolcuya yayan refakat edermiş. Bundan ötürü “yedekçi” diye anılırmış. Perdeci ise Tiyatro’da sahne perdesi açan ve de kapayan kişi.

Seçim kampanyalarının dizginden boşandığı şu günlerde, AKP mitinglerinde, Başbakan’ın gür sesini dinlerken tarihe karışmış bu üç mesleği hatırladım. 1950’li yıllarda doğmuş olan RTE’nin kuşkusuz yaşam bilgileri 1960’lı yıllardan itibaren bilinçlenmiştir. Ama kendisi fiilen yaşamadığı, ancak çevresinden,kendi düşünsel çizgisindeki kişiler ve kitaplardan öğrendikleri ile 1960 öncesini, özellikle Cuımhuriyetin ilk yirmi beş yılını değerlendiriyor.

Konuşmalarından anlaşılıyor ki tehlikeli ve de yanlış bulduğu dönem 1920-1950 arası. Ne ki bunu açıkça ifade etmiyor. Milli Mücadele’ye , Gazi dönemine değinmeye cesareti yok… O zaman İnönü’yü yani halkın “İsmet Paşa” dediği kişiye ağırlığı veriyor. Böylece 1923’den 1950’ye kadar geçen süreyi Başbakan ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile yerden yere çalıyor.

Cehaletin küreselleşmiş neo-liberalizm’le büyütüldüğü, insanca yaşanabilecek bir toplum ya da günümüzün deyimiyle “Başka bir dünya yaratmak mümkün” savının içi boş bir “ütopya” gibi algılandığı bu dünya’da umutlu olmanın bile suç sayılabileceği günlere geldik.

Şu meydanlara bir kulak verin kalkınma sözcüğünün kullanıldığını duyuyor musunuz. Varsa yoksa “Büyüme” vurgulanıyor. Bu büyüyenin kimler tarafından nasıl paylaşıldığı, ne yönde kullanıldığı konuşulmuyor, fısıltı ile bile söylenmiyor

Fukara bir Anadolu’dan bu günlere nasıl geldik. Gazi’nin o öngörüsü olmasaydı “modern” diye aşağılanan bugünkü nesiller yetişebilir miydi? RTE şimdilerde 1920-1950’li yılların ne denli kötü bir yönetimle geçirildiğini anlatarak, bugün İdeolojik yapısı geniş ölçüde boşaltılmış CHP’yi en büyük tehlike olarak gösteriyor, yani “varda”cılık yapıyor. “Kaçın CHP geliyor” demesi eksik. Bu nedenle her alarm sireni gibi sesi alabildiğince gür, meydanlarda sadece kendi muhayelesinde yarattığı bir tehlikeye işaret ediyor. Geride bırakılan sekiz yılı aşkın süre içinde düşünce, ifade özgürlüklerinin budandığını görmüyoruz zannediyor. Özel yetkili mahkemeler, okyanus aşırı üretilen fitne-fücür unutturulamaz. Asıl şimdi halkın “AKP’nin gelmesine izin vermeyin” diye vardacılık yapması gerekir.

Yeni Osmanlıcılık, o eski coğrafya’ya şu ya da bu şekilde duhul etme gayretleri, swıfır sorun politikası yedekçilik gayretinden başka türlü nitelenemez, Abdülmecit dedemizin düşü şu anda Üsküdar-Ahırkapı arasında, boğaz altında sosis gibi yatarken, Osmanlı at’ına yedekçilik yapmak ne anlama gelir bilemem. Oysa o deniz altı tünelinde yaş günü pastası bile kesmişti. Yalnız tahakküm ve tiranlık ihtirası açısından Abdülmecit, Abdülaziz ve de Abdülhamit dedelerinden farkı yok. Buna küresel düzene boyun eğme yönünden Vahdettin dedesini de ekleyebiliriz. Ne var ki yedekçilik öyle pek övünülecek bir işte değil hatta biraz da yalanı dolanı içerir. Devr-i Osmanî’de Eminönü’ndeki Balık pazarında, bir muhterem kafayı iyice bulmuş meyhane’den çıkarken bir yedekçi atı istemiş. Düşersin demişler, ikna edememişler. Nihayet yedekçi atıyla gelmiş. Hazret ata binmiş ama öte tarafından yere düşmüş. Hemen yedekçi’ye sormuş “geldik mi” o da pişkince “geldik” diyerek parasını almış. Osmanlı’yı dedelerimiz diye yedeklemek ise ustalık ister, düşersen güldürürsün kendine.

Sanırım vardacılık, yedekçilikten daha çok perdecilik RTE’ye en yakışanı. Seçim sathı mailine girdikten sonra, “Tam anlamıyla bir hayaliyi” taklit ediyor. Bilirsiniz Karagöz oynatan ustalara “Hayali” denir. Bu kolay bir iş değildir. Sadece Karagöz ve Hacivat’ı değil Rum tipi balama’yı, acem’i, laz’ı vb gibi tüm tipleri seslendireceksin. Ustalık ister. Nitekim, Hayali Küçük Ali’den sonra bir başkasının ünlendiğini duymadım.

Başbakan’ın son Silivri-Uskumru köy kanalı ve bu kanalın iki yanına inşa edilecek iki kent herhangi bir hayali’nin aklına sığmaz. Michigan Üniversitesi patentli bu düşü nasıl değerlendirmemiz gerekir. Bence sorunlarla dolu bir projedir. Seçim kampanyasındaki konuşmaları RTE’nin adeta uzun bir hegamonya kurma ihtirasını simgeliyor. Nitekim Anayasa’yı değiştirmek, Başkanlık sistemini yaşama geçirmek. 2023 vizyonu ile yüz yaşındaki Cumhuriyetin ölüm fermanından başka bir şey vadetmiyor. Konuşurken arka planda yer alan “istikrar” ise sanırım gelecekte arayacağımız şeylerin başında yer alacaktır.

Geçmiş kanıtlamıştır ki ne muhayyel tehlikeleri işaret eden vardacı’lık, ne devr-i saadet olarak nitelenen Osmanlı’ya yedekçilik yapmak, ne de insanları yanıltan hayalleri sergileyen sahnelere perdecilik yapmak karın doyurmuyor. Hepsi küreselleşmiş yeni liberalizmin afyonları, beyaz tozları… Yeni bir dünya kurulabilir demek ve yaratmak tek yol… Geleceğimizi bu yönde yapılandırmamızın önündeki tek engel ise AKP’nin, cehaletin yol açtığı destekle, uzayıp gidebilecek karanlık iktidarıdır. Kasetlerle donatılmış bu utanası kampanya geleceğin aynasıdır. Ülkemizin üzerine bu karabulut çökmeden uyanalım…. Son şansımız önümüzdeki seçim…Bu bağlamda hiçbirimizi

Vardacılar korkutmasın

Yedekçiler uyutmasın

Perdeciler aldatmasın

Yani: SAKIN İNANMA, ALDANMA, KANMA…