Ulusal Egemenlik mi?

Bugün 23 Nisan eski, çok çok eski günlerde söylediğimiz o şarkı aklıma düştü: “Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan”… Oysa bugün “Ulusal Egemenlik” kavramının yerlerde süründüğü ortamda, gönül rahatlığı ile neşelenebilir miyiz. Ulusun %50’sini yok sayan bir siyasal erkin, irdelenmesine bile izin vermediği bu kavramı kendisine “şiar” edinmiş bir siyasal erkin “Kurucu Meclisi” hatırlamasını nasıl bekleyebilirsiniz. O Meclis ki bu vatanı, tüm olanaksızlıklara karşın kurtarmayı başarmış, sömürge olmayı bile ülkeye reva gören hain bir padişah kaçırtmıştır.

Günümüzde, ekranlarda, basılı medyada sorumsuzca yerden yere vurulan Cumhuriyetin kurucu kadrosu adeta “suçlu” muamelesi görmeye başlamıştır. Gazi bu durumu ne güzel ifade etmiştir: “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır”. Bugünlerde, insanlığın daima ileri gitmesini sağlayan “İlim ve Fen”in çarkının yerini kerameti kendinden menkul bir önderin “fetva” niteliğindeki “kindar” söylemleri almıştır. 1923’de, yani “Cumhuriyetin yüzüncü yılında” hedefe ulaşması için yeni bir vizyon ortaya konmuştur: “Kinine ve dinine sahip bir nesil yetiştirmek”.

Türkiye bugünleri nasıl aşabilecek, bunu kestirmek zor, insanlığın, toplumların gelişme doğrultusu tersine çevrilemez. Bunu İran’daki rejim bile fark etmiş ve toplumu gelecekteki parlak günlere inandırmak için “Nükleer Silah” üretmek riskine girmiştir.

Cumhuriyet Türkiye’sinin birinci aşaması her boyutuyla çağcıl, modern bir toplum yaratmaktı. Buna 1929 bunalımından sonra “ekonomik atılım”da eklenmiştir. Türkiye, bugün eleştiri konusu olan II. Dünya Savaşının en bunalımlı günlerinde bile bu doğrultuda uğraş vermiş, en azından temel gereksinimlerini karşılayacak bir sanayi ve ulaşım ağı (demiryolu) yaratabilmiştir.

1970’li yıllarda, Kıbrıs olayları nedeniyle uluslararası kapitalizmin uyguladığı ambargoyu umulmadık bir kararla, “Sovyet yardımıyla” aşan (bir zamanların Morişon lakaplı) Süleyman Demirel, Türk siyaset adamlarından beklenmeyen bir cesareti sergilemiştir. Yani çarklar hep ileriye, değişime yönelik işlemiştir.

Ne yazık ki bu çarklar AKP iktidarında geriye doğru işliyor. Daha önce de yazdığım gibi tarihin yönü değiştirilmek ve seçmeni en zayıf noktasından, inancından avlayıp kendi “hükümranlığı”nın temellerini atıyor. Bunu ne oranda başarır göreceğiz. İlerici kamuoyu bunu ne oranda hazmeder? Ne hazindir ki bu sorunun yanıtı hala kuşkuludur.Sermaye kendi çıkarını üstün tutar, Türkiye tüm kamu varlıklarını haraç mezat satarak dış şirketlerin denetimine girmiştir. Finans sektörünün görünümü Cumhuriyet öncesini anımsatmaktadır.

ABD ve AB’de RTE’nin hegamonik yapısına kuşkuyla bakmaktadır. “Time” dergisinin etkinlik sıralamasında RTE’ye yer verilmemiş. Onun yerine Türkiye’den iki siyasetçi sıralamaya girmiştir. Dış İşleri Bakanı ve Ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcısı. Derin Stratejist Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nu bir yana bırakalım ama, Ekonomi yönetimi “neo-liberal” düzenin kurallarına uyumlu ve Kemal Derviş’in çizdiği yoldan bir milim sapmayan Babacan’ın hakkını vermek durumundayız. Neo-liberal sistemin tüm yöntemlerini ustaca kullanarak ve kamu borcu kapanına takılmadan bugünlere gelmiştir. Bir Marksist olarak onaylamasak da, küresel kapitalizmin ve piyasanın kurallarına göre oynadığı çok açık.

Ulusal Egemenliğin kişisel egemenliğe dönüştüğü bu günlerde yeni tuzaklara da hazır olmak gerekir.Üç iktidar döneminde yıpranan AKP’nin bir erken seçim tuzağına yakalanma olasılığı adım adım yükselmektedir. Gelecekteki yazılarımızda kerelerce değineceğimiz gibi, bu aşamada, muhalefetteki hiçbir partinin egoizmin tatlı albenisine kapılmaması ve ortak bir cephede birleşmesi tek yoldur.

Ulusal Egemenlik Bayramını kutlamakta ısrarcı olalım, ama şarkılarla değil alarm zilleri çalarak yapalım bu görevi.

Not: Sol ve liberal kanatlardaki aile fertleri ile ilgi çeken Ulagay ailesinden Osman Ulagay’ın “Türkiye Kime Kalacak” adlı yapıtı dikkatle okunmalı ve irdelenmelidir. Her yaklaşımına katılmasanız bile sizde bir beyin fırtınası yaratacağı kesindir. Hem dünyadaki genel değişim çizgisini, hem de ülkemizdeki durumu kavrama açısından ufkumuza yeni öğeler katacaktır. Zaten Ulagay’da yapıtını “Başbakan’ın yazdırdığı kitap” olarak niteliyor. Tartışın, irdeleyin yararlanacaksınız.