Tetikçiyi bırak, azmettiriciye bak!

Kenan Evren ve Şahinkaya için iddianame hazırlanmış. Bu piri fanilere ömür boyu hapis isteniyormuş. Geçen hafta yandaş medya (Basın,TV ve Radyo) bu haberle çalkalandı. Saf olduğu belli bir yurttaş “Yalnız ikisi mi” diye şaşkınlığını açığa vurdu. Başta Ankara Emniyetinin bodrum katındaki DAL ekibinin (Derin Araştırma Laboratuarı) işkencelerini bugün bile rüyalarında görenlerin böyle düşünmesi doğaldır… DAL’daki acımasız işkenceler unutulacak mı? 12 Eylül 1980 faşizminin tam analizi yapılmadan, gerçek azmettiriciler kamuoyu önünde teşhir edilmeden, bu yargılama noksandır ve aldatmacadır. Tetikçiler yargılanmasın, itibarsızlaştırılmasın demiyorum, 12 Eylül 1980 darbesinin gerçek nedenleri ortaya çıksın ısrarını sürdürüyorum. Bu nedenlere ise ancak 1970’li yılların şifresini çözerek ulaşabiliriz.

1970’lerin ilk yarısında neler oldu. Genel çizgileri ile hatırlayalım.

-Uzakdoğu’da “Good Morning Vietnam” sözü ile özdeşleşen ABD istilası son birliklerin de o topraklardan ayrılması ile ağır bir yenilgiyle sonuçlandı.

-Soğuk Savaş, Kore ve Vietnam sıcak savaşlarına karşın ABD ekonomisi belini doğrultamadı. Bireysel ve kamusal tüketime dayalı (kuyu kazdır, kuyu kapat-İşçiye ücretini ver. Bu para diğer sektörlere yansır) 1929 ekonomik bunalımından itibaren el üstünde tutulan “Keynesgil” kuramın uluslararası kapitalist dünyadaki “reyting”i tepe taklak oldu.

-Adım adım küreselleşen kapitalizm neo-liberal denilen, ormanın doğal kurallarına dört elle sarıldı.

-Fakat, hiçbir toplumsal etik’e aldırmayan bu yeni liberalizm ancak sert, adeta 7.9’un üstündeki bir depremle yığınlara kabul ettirilebilirdi. N. Klein bu yaklaşımı “Şok tedavisi” olarak niteliyor.

-Türkiye, böyle acı ve yıkıcı şok tedavisini 1970’lerin ikinci yarısında, Turgut Özal’ın MESS’e egemen olması sonrasında yaşadı. 1976, 1 Mayıs’ında yığınların yükselttiği “DGM’yi ezdik, sıra MESS’de” haykırışı boşuna değildi.

-Tedavi 1977 yılı 1 Mayıs’ı ile başladı. Çorum, Maraş vb gibi kentlerde yığınsal katliamlar olurken, aydınlar, gazeteciler, gençler, işçi liderleri peşpeşe öldürülüyordu. Ekonomi çökertildi. TÜSİAD vb üyeleri, işverenler bu durumu kıs kıs gülerek izlediler. Hazinede dolarlar sıfırı tüketmişti. Buna karşın Mümtaz Zeytinoğlu, Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin’e “ne kadar dövizi dışarıya göndermek istiyorsan, söyle hallederiz” diyebilecek cesareti göstermekteydi.

Turgut Özal, Türkiye’yi neo-liberalizme açacak ekonomi programını, Ankara Dedeman Oteli’nde, Aydınlar Ocağı toplantısında açıkladı. Sonra da bu program TÜSİAD’ın Türkiye’de yayınlanan belli başlı gazetelerinde “İlk Hedefler” bildirgesi gibi açıklandı. 1980’nin başında kurulan Demirel azınlık hükümetinde ekonomik programı haline geldi.

Ne var ki bu program sendikaları sindirmeyi, Türkiye’nin tüm iktisadi varlıklarını elden çıkarmayı temel hedef olarak gösteriyordu. Türkiye İşçi Sınıfının amiral gemileri karşı koymaya hazırlandı. Bu koşullar altında neo-liberalizm ancak, aymaz, bilgisiz bir cuntanın zoruyla uygulanabilirdi. Kenan Evren’in dünyadan habersiz cuntası böylece iş başına geldi.

-Özal Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak önce bir yol temizliği yaptırdı. Sendikalar sindirildi. Kemal Türkler gibi başkanları öldürüldü. Ondan sonra da neo-liberal alt yapıyı hazırladı. Onu izleyen yıllarda Karayalçın ve Çiller hükümeti nihayet Ecevit koalisyonunun akıl hocası Kemal Derviş izledi. Kemal Derviş “Kıvrak Aydın”ı çok güzel oynayarak bugünlere uzanan neo-liberal tasarının son rötuşlarını yaşama geçirdi.

Bugün, gelinen nokta Türkiye’nin kamusal ekonomik gücünün sıfırlandığı yerdir. Özelleştirme, haraç mezat tüm varlıklarımızı elden çıkarmıştır. Fabrikalar, madenler, bankalar yağmalanmıştır. Yabancı şirketler her köşeden başını çıkartıyor.

-Rafineriler,
-Petro-Kimya Tesisleri,
-Şeker Fabrikaları,
-Süt Endüstrisi Kurumu,
-Bankalar (Mevduatın %70’i yabancı bankalarda)
-Et Kombinaları,
-Tavukçuluk.

Bunları daha da arttırabiliriz. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi alışveriş merkezleri yabancı ürünlerin mağazaları ile dolu.

Demem o ki, Türkiye’yi yabancı şirketlerin, bankaların at oynattığı noktaya getiren neo-liberal anlayış Turgut Özal’ın eseridir.

Artık son demlerini yaşayan iki kumandanı ancak neo-liberalist görüşe yol açan tetikçi diye suçlayabiliriz. Ama 12 Eylül 1980’i yaratan Özal’dır. Çünkü askerin zulmü olmasa Türkiye neo-liberalizmin verimli tarlası olamayacaktı. Adalet isteyenler, buyurun, sorunun bu yanını da tartışın.