Taçsız krallık

Siyaset bilimciler ABD’deki yönetimi “taçsız krallık” olarak adlandırırlar. ABD Başkanı, F.D Roosevelt’in 1945’de ani vefatından sonra, iki dönemle sınırlı bir siyasal erke sahiptir. Roosevelt, bilindiği üzere,1929 buhranını çözen New Deal programını uygulamış ve yoğun işsizlik şeklinde topluma yansıyan krizi, kamusal yatırımla alt etmiştir (Tennesse Walley Projesi). Şurası açıktır ki ABD yönetim sistemi tekildir, başka bir ülkede başarıyla uygulandığına, şimdiye kadar rastlanmamıştır.

ABD temelinde bir federasyondur. Avrupa’dan 1500’lü yıllardan sonra yeni kıtaya göç eden Avrupalılar, bugün “State” diye adlandırılan küçük devletçikleri oluşturmuşlar, sonra da bu devletler bir çatıda birleşmişlerdir. Sistemin temelinde Jefferson B. Franklin, T.Paine vb gibi düşünürlerin yapı taşları vardır. Çağımızın koşullarını gözden geçirdiğimizde diğer kıtalarda birebir uygulanması olanaksızdır. Bu yargıyı kanıtlayan en yakın örnek Avrupa Birliği'nin traji-komik bugünkü halidir.

Başkanlık sisteminin nasıl bir çözümsüzlüğü ve “istibdat”a dönüştüğünün en güzel örnekleri Saddam, Başer Esad, Mubarek ve hatta Ahmedinecat’tır. Şimdilerde AKP’nin yeniden Başkanlık rejimi hülyaları depreşti. Yumurta ile terbiye edilmiş Burhan Kuzu hocamız “En hayırlı düzen Başkanlık düzenidir” fetvalarını yeniden gündeme getirmektedir. Bu zatlara, daha önce de sözünü ettiğim, Robert Fisk’in “Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi” yapıtını bir zahmet (933 büyük boy sayfa) okumalarını öneririm.

Başkanlık hevesini bir yana bırakalım, despotizme kaymayan Fahri Korutürk ya da Süleyman Demirel gibi Cumhurbaşkanı olsunlar ona bile razıyız. Yakındoğu halkları ne çektiler ve neyi çekmeye devam ediyorlarsa hep bu “İlkel Başkanlık” düzeni yüzündendir. Mısır halkı Nâsır dışında hangisini hayırla yâd eder. Irak halkı ne Nuri Said Paşa düzenini ne de Saddam dönemini yinelemek istemez.

Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ konuyu gündeme getirirken bile “Tartışmakta fayda vardır” diyerek, ürkek bir tavır sergilemekten geri kalmamıştır. Cumhurbaşkanı Gül’de çekinceleri olduğunu beyan etmiştir. Bütün bunlar olurken,ağlamaya hazır bir yüzle, Çicek Cemil, yeni anayasanın yazımına başlandığı müjdesini verdi.

AKP önderinin “ben bilirim, benim dediğim hayırlara vesile olur” edası devam etmektedir. Geleceğe, özellikle 1923 yılına (Cumhuriyetin 100. Yılı) Gazi’nin tüm izlerini silmiş, çağcıl Türkiye’yi İslam adına, gardiyanı kendisi olan, mahalle baskılı bir hapishaneye dönüştürmek amacına, Necip Fazıl’ın dizeleri ile “Kinine sahip ol” hedefine ulaşmış olacaktır.

İçselleştirdiği kin ve görkem, artık, saklanamaz kanıtlarla bezenmektedir. Chicago’da IMF toplantısına giderken kullandığı uçağın görünümü de bu “içgüdü”nün yansımasıdır. M. Ali Birand’ın önerilerine uyumlu bu uçak, gövdesi ve dümen kanadını dolduran kırmızı rengiyle göz kamaştıran bir görünümdedir. U.S Air Force No:1 logolu ABD Başkanının uçağı, bunun yanında herhalde “tevazu” ödülü alırdı.

Eski Cumhurbaşkanı olarak Senato’da yer alan ismet İnönü’nün Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın süresinin uzatılması teklifini, şu sözleriyle engellemişti: “süresi uzatılınca ne yapacak? Eskiden ne yaptıysa ona devam edecek”. RTE’ye geniş yetkilerle Başkanlık etme olanağı sağlanırsa İnönü’nün bu sözü onun içinde geçerli olacaktır. Yani “Mahalle baskılı, ben merkezci, İslami söylemli despotizm”. Şimdilerde Türkiye’yi özel yetkili savcıların kılıçlarıyla kurduğu baskıya dayanan “yürütme-yasama-yargı” erkinin tek merkezde toplandığı bir garip demokrasi.

Daha önce de altını çizdiğim bir noktayı yineleyeceğim. AKP’nin oyu %50’yi aşmıyor. O halde geriye kalan %50’ye “Uyan Borusu”nu çalmak zamanı gelmiştir. Unutmayalım “Ben Merkezci” bir iktidar ancak ben merkezci olmayan bir muhalefet hareketiyle sonlandırılır.