Sırat köprüsü

Başbakan ve AKP zor bir sınavla karşı karşıya. İktidarı oluşturan “zımni” koalisyon çatırdamaya başladı. Bu koalisyonun Pensilvanya ayağının “nim-resmi sözcüsü”, “Bir Başbakanımız vardı” yorumunu yaparak cemaat desteğine bel bağlanmasını adeta ilan etti. AKP’de bu dönüşümün izleri çoktandır hissedilmeye başlanmıştı. Çünkü Başbakan günbegün korumak ve yaşatmakla görevli olduğu “devlet” kavramının anlamını kavramaya başlamıştı.

Nitekim “Zaman” gazetesi de bu devletleşme eğilimini kabul edilemez olarak nitelemekteydi. Tüm bu kavganın altında “Halife-Padişah” kavramını bir şekilde saptamamızı sağlayacak o kanada bağlı yorumcuların yazıları, televizyondaki ahkâmlarında artan bir ivme ile yükseliyordu.

Hükümetin Başbakan yardımcılarından biri, açık bir şekilde TBMM’si ve olanak bulduğu her fırsatta söylüyordu. Türkiye işçi sınıfının uyanık kesimi bu yardımcıyı son kongresinde konuşturmamıştı. Cemaat ve lideri neden böylesine açıktan müdahale gereğini duymuştu. Çünkü treni kaçırmak üzereydiler.

Bu bağlamda, ellerindeki tek gücü yani “özel yetkili” savcı ve mahkemeleri, kullanmayı daha da yoğunlaştırdılar. Generalleri,aydınlar, sanatçılar, gazeteci ve de milletin vekillerini anayasayı ayaklar altına alarak tutuklayan bu yargı grubu eski Genel Kurmay Başkanı Başbuğ’u da Silivri’ye gönderiverdi. RTE bu bağlamda hiçbir soruya yanıt vermedi, Çankaya ise yargıya güven mesajını iletti. Hoca Beşir şaşkınlığından “yargı hızlı işlemeli” diye bir gaf işledi.

Görülen odur ki AKP’ye yönelik hem ekonomik ve sınıfsal destek hem de ruhani destek rotası kaymakta. Önümüzdeki iki yıl içinde bizleri bekleyen bir dizi kötücül soruna şimdiden hazır olmalıyız. Bireyselleştirilen mücadele anlamsızdır ve de sonuç vermez. Kitlesel muhalefete ihtiyaç var. Ne ki ana muhalefet partisi sadece demeç vermekle yetiniyor. Bir anlamda bazı sivil toplum örgütleri kadar bile kıpırdanmıyor, Hopa’lılar kadar, HES’lere karşı en önde savaşım veren Karadeniz’in yiğit köylü kadınları kadar olamıyor.

Meclis kapalı kutudur. Orada konuşulur, söylenenler zapta geçer ve orada kalır. Muhalefet sokakta, yığınsal gösterilerle anlam kazanır. Cumhuriyet Mitingleri bunun için anlamlı ve işlevseldi. Şimdi de görev ana muhalefet partisinde yığınsal protestolara o öncülük edecek ama bir cephe lideri olarak sorumluluğunu idrak ederek. Eyleme katılmak isteyen diğer muhalif partilere, STÖ’’lere sınırlama getirmeyecektir. Toplumsal mücadelede bencilliğin, seçiciliğin yeri yoktur.

Ne yazık ki CHP ülkenin ve Cumhuriyetle gelen dönüşümleri, cemaatin saldırıları karşısında savunmak yerine Kongre telaşına düşmüş görünüyor. Ezeli ve ebedi, “Layemut” Genel Başkan adayı Baykal yollara düşmüş durumda. Adana’da delegelerle yemek yiyor… Bilmiyorum ayrılmaz yaveri Osman Kaptan da yanında mı?

I. Meclis neden ülkemizin gördüğü en demokrat, sözünü ve gözünü sakınmayan bir cephe hareketiydi? Gazi’nin Yunus Nadi’ye ısrarla yinelediği “Önce Meclis Nadi Bey, önce Meclis” sözü niçin Milli Mücadele'nin anahtarıydı? Bir düşünün o çapta bir savaşım ancak böyle gerçekleşebilir. Lenin’in, Simolni’de söylediği “Tüm topraklar Sovyetlere” vaadinin Bolşevik Devriminin temel taşı olması yine “Geniş Cephe” gereksiniminin net tanımıdır.

CHP’den BDP’ye uzanacak geniş bir Halk Cephesi cemaat’in ümmet umudunu çökertebilir.

Başlıkta da belirttiğimiz gibi Türkiye sırat köprüsünden geçiyor. Sanırım AKP içinde bazıları da bunun farkında. Başbakan, Başbuğ’un tutuklanmasında başrolü cemaatin oynadığının bilincinde… Zor bir karar verme durumunda. Bu kararın özü “Ya devlete, Cumhuriyete sahip çıkacak ya da…”

Osmanlılardan müdevver bir özdeyiş bu sorunsalı ne güzel ifade eder

Ya devlet başa,

Ya Kuzgun leşe.

Yani ya Milli Mücadele ile temel taşları döşenen bu Cumhuriyeti, tüm temel öğeleri ile savunacağız ya da ABD konuşlu cemaate teslim edeceğiz. Bir sosyalist olarak önceliğimiz nedir? Düşünelim. Ama 500-1000 sözcüğe hapsolarak değil, tüm unsurları göz önünde tutan sınırsız düşünce dilini kullanarak…