Mahşerin Dört Atlısı

Usame Bin Ladin öldürüldü. Ayrıntılar içinde bir görüntü yer aldı ki günümüz açısından adeta öğreticiydi. Bin Ladin’in kaldığı villaya yapılan baskını naklen izleyen dört kişinin ekrandaki duruşları tüm insanlığa yönelik tehdidin ifadesiydi. ABD Başkanı Obama ekrana hınç ve övüncü yansıtan bir ciddiyetle bakıyordu. Yanında Genelkurmay Başkanı tekmil veren bir kumandan soğukkanlılığı ile dimdik oturuyor. Başkan yardımcısı biraz arkada, nihayet ülke protokolünün üç numarası (Secretary of State) Hillary Clinton bir hayret ve dehşet nidasını engeller gibi, eli ağzında, gözler ekranda duruyorlar.

Küreselleşme adıyla servis edilen neo-liberal emperyalizm, pervasızca insanları öldürüyor, ülkeleri sorunlara boğuyor, siyasal erkleri belirliyor ve de sınırları değiştiriyor. Bütün bunları kanla, canla, yani net bir kıyıcılıkla gerçekleştiriyor. Kapitalizm, ABD’nin güdümünde vuruyor ve tasarımlıyor. Bu bağlamda yüce değerleri bir araç olarak kullanabiliyor. Bu değerler bazen din, bazen içi boşaltılmış sanal demokrasi olmuş hiç farketmiyor. Çoğu kez canavarları kendi yaratıyor, sonra da miadı dolmuş diye öldürüp denize atıyor. Ve de ekliyor: gerekli dinsel uygulama yapılmış, kefenlenmiştir... İnanırsanız.

Kuşkusuz Bin Ladin teröristti, radikal İslamcıydı, bu doğrultuda, klasik deyimiyle “cihad” açmış ve de ABD’deki ticaret merkezini yerle bir etmişti. Ne var ki onu yetiştiren ve kullanan ABD idi. Genç kuşaklar pek bilmez, 1979 yılında Sovyetler Birliğinin siyasi ve askeri desteğiyle Afganistan’da sosyalist eğimli bir hükümet iş başına geçmişti. Bu olay ABD ve yandaşlarınca eleştirildi, ABD ve müttefikleri 1980 Moskova Olimpiyatını boykot ettiler. Sovyetler Birliği ve müttefikleri de Los Angeles Olimpiyatını boykot etti. Bunlar görünür, ses getiren eylemlerdi. Ne var ki Afganistan’da oluşturulan, ABD ve yandaşlarınca desteklenen radikal dinci ayaklanma sol eğilimli yeni hükümetin erkini tehdit etti. Hareket temelde bağnaz bir inanç hareketiydi ve de ipler ABD ve uluslararası kapitalizmin elindeydi. Usame Bin Ladin hareketi böyle doğdu ve ikiz kuleleri intihar uçakları ile vurarak ABD’ye baş kaldırdı.

2011’de “11 Eylül”ün intikamı alınmış oldu. İlginç olan bu intikamın tam da Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da ülke sınırlarının, iktidarlarının ABD tarafından küresel düzen gereği, değiştirildiği zamana denk gelmesidir, kapitalizmin dünya halklarına yönelik bir gözdağıdır. Kuşkusuz Mısır, Libya, Tunus, Suriye vb. gibi ülkelerin liderleri pek onaylanacak kişiler değildir. Zulüm ve yolsuzluk onların dönemindeki rejimlerin asal öğeleri haline gelmiştir. Ne var ki ABD önderliğindeki hareket de farklı bir yol izlememektedir.

Ne yazık ki Ortadoğu halkları her geleni bağrına basmayı çok sever. Bu bağlamda çok güzel bir öykü de anlatılır. Bir vakitler (Osmanlı Dönemi) Halep’e yeni vali atanmıştır. Vali’yi getiren tren Halep istasyonuna gelince şakşakçı heyetin başkanı başlamış Paşalı, Vezirli nitelemelerle dolu bir “Hoş geldin” nutkuna, ne ki aklı başında biri “hele durun, ferman okunsun paşa mıdır, vezir midir bir görelim” deyivermiş. Bu örnekte olduğu gibi, neler oluyor, niyet nedir bir görelim.

Ülke haritalarının, iktidarlarının açık ya da örtülü eylemlerle, özellikle Ortadoğu’da yeniden yapılandırıldığı böyle bir dönemde Türkiye, belki de tarihinin en kritik seçimine doğru ilerliyor. Güneydoğu illeri ayakta. BDP’nin önderlik ettiği hareket kendi gücünü fazlasıyla aşan bir başkaldırıyı yürütüyor.

2011 seçimine bu koşullarda yuvarlana, yuvarlana giriyoruz. Ilgaz Dağı eteklerindeki silahlar gelecek olayların ilk adımı. Ne yazık ki %10 barajını aşması beklenen üç parti de bunun farkında değil. AKP, Kemal Derviş’le başlayan dış desteğin kendisini terkettiğine inanmak istemiyor, diğerleri de bunu bildikleri halde dillendirmiyorlar.

Yakında “seçim” anketleri de devreye girecek. Örnekleme yöntemleri kullanılarak yapılan bu anketlerin seçmen üzerindeki etkisini pek bilemem. Fakat Tarhan Erdem’in son seçimden bir gün önce açıklanan AKP’ye %47 oy çıkacağını ileri süren anketinin bu partinin oyunu birkaç puan arttırdığı çok açık. Merakla bekliyorum, T. Erdem seçim günü arifesinde ne açıklayacak. Günümüzde seçim öncesi yapılan ve “örnekleme” yöntemine uygun bu tip anketlerin seçmen üzerinde spekülatif bir söylem yaratma da kullanıldığı da inkar edilemez.

Önümüzdeki bir ay içerisinde tahmin edemeyeceğimiz bir dizi etmenle karşılaşacağımız çok aşikar. Yaşım gereği iki dereceli seçimlerden günümüze bir çok seçim yaşadım. Temmuz 1946 genel seçiminden bu yana fazla itiraz edilen bir süreci yaşamadım. Fakat önümüzdeki seçim açısından yüzde 10’luk genel seçim barajı (il barajlarıyla) inanılmaz bir etkiyi ve sapmayı gerçekleştiriyor. Siyasi Partiler Yasası da aynı sınırlamalarla dolu. Kimse bunların günahını 12 Eylül’e yüklemesin. 1980’den bu yana tam 31 yıl geride kaldı. Turgut Özal, Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Çiller, Karayalçın, Mesut Yılmaz, Ecevit, Bahçeli tek başına ya da koalisyon halinde iş başına geldiler ve hiçbiri barajı ve siyasal partiler yasasına dokunmadı. Günahı RTE ile birlikte hepsinin.