Geçmişi Yadsımak TEVFİK ÇAVDAR

SERMAYE "SOL PARTİ" ARAYIŞINDA: 2

Milliyet Gazetesindeki dizide "solda çıkış arayan"ların bir ortak paydası var: Türkiyenin sol geçmişini yadsımak. Yok varsaymak. Böylece, "ortanın solu", "demokratik sol", "sosyal demokrat" vb. gibi sadece söylemde kalan logoların ülkenin tek sol girişimi olduğu kanısı pekiştirilmek isteniyor. Bu bağlamda en tipik savı ise Dr. Hasan Bülent Kahraman ortaya atıyor. Entelektüel kapasitesini takdir ettiğim Kahraman, Marx'tan alıntıyla sınıf bilincinin önemini vurguladıktan sonra şu ilginç saptamayı yapıyor: "...Türkiye'deki solun Marksist bir temelden ve kültürden gelmiyor olması. Marksist bir perspektif bizde yok. Gerçek bir sol tartışılmıyor bizde, hep illüzyon konuştuklarımız". Söyleşiyi yapan Sevimay, birazda şaşırmış, siz altmış yıllık bir meseleden bahsediyorsunuz, bu saatten sonra bu nasıl düzelecek?" Hasan Bülent'in yanıtı: "Taban yaratmak ve kendi tabanını sağın elinden almak". Bu yaklaşım ilk bakışta akla hoş geliyor ama üzerinde düşünüldüğünde yüzyıla yakın bir tarihi sürecin inkarını kolaylıkla saptayabiliyoruz. Dr. Hasan Bülent'in de verdiği nokta merhum İsmail Cem'in "yeni sol"u oluyor. Bu yadsıma, ideolojik temellerinden yoksun bir sol söylemi meşrulaştırma adına yapılıyor. Söyleşiyi gerçekleştiren genç hanım kızımız da, ülkenin sosyalist siyasal geçmişinden (kızmasın) bi haber olduğundan, konuyu irdeleyecek soruları yöneltemiyor, hatta "siz altmış yıllık bir meseleden bahsediyorsunuz" diyerek yapılacak hataların en büyüyüğünü yapıyor.

Türkiye'deki sol hareketlerin tarihi Paris Komününe kadar uzanır. Komüncülerle birlikte savaşan, sonra o devrimci eylemi "ibret" vb. gibi gazetelerde savunanları ne çabuk unutuyoruz. Yeni Osmanlılar hareketinin programını Paris'te yazan ekibin içinde yer alan Polonyalı Deutsch, birinci enternasyonalin önderleri arasındaydı. Yurtdışındaki "Osmanlı Sosyalist Fırkası"nın kurucusu Dr. Refik Nevzat, Fransız Sosyalist Partisi lideri Jaures'e yakındı. İkinci Meşrutiyetten sonra Hilmi Beyin kurduğu "Osmanlı İştirakiyun Fırkası" ve "İştirak" gazetesi gene bu bağlamda öne çıkan sosyalist eylemlerden biridir.

Bunları bazı heveskarların attığı ilk adımlar sayabilirsiniz. 1918-1922 mütareke dönemindeki sosyalist devinimleri, Ferah Tiyatrosu toplantısını, Spartakistleri, Kurtuluş ve Aydınlık çevresinin Marksist olmadığını nasıl iddia edebilirsiniz.

Ülkenin siyasal yaşamında seksen yılı aşkın bir süredir yer alan TKP Marksist öğretiye dayanan bir partidir.vMustafa Suphi'den bu yana parti kadroları Sovyet Devriminin eğitim kurumlarında yetişmiştir. Dr. Şefik Hüsnü, Nazım Hikmet ve niceleri Dr. Hasan Bülent'in savında ki "Marksist temelden gelmiyor" yargısını boşa çıkartan kişilerdir, 1960 sonrası oluşan Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP), Emek Partisi ve diğerlerinin temellerindeki ideolojik öğreti Marksizmdir.

Sol Çıkış Yolu arıyor derken bugün bile Marksist öğreti ve kültürden gelen gerçek sosyalist partiler gündeme getirilmiyor. Bu tavır son yüzyılın baskıcı ve inkarcı politikasının günümüzde de sürdüğünüz ortaya koyuyor. Dr. Hasan Bülent sihirli formülünü "taban yaratmak" diye özetliyor. Ne var ki yüzyaşına basan "İnkılap Türkiye"si hiçbir döneminde sosyalist siyasete taban yaratma olanağını tanımamıştır. Uzağa gitmeye gerek yok, bir kütüphanede gazete koleksiyonlarını gözden geçirirseniz sık sık komünistlerin yakalandığına ilişkin haberlere tanık olursunuz. Sosyalist Partiler legal olsun olmasın adeta periodik tevkifat, gözaltı ve mahkemlerle kapatılmış, üyeleri yıllarca cezaevlerinde yatmışlardır. Faili meçhul cinayetlerse cabası. Dr. Şefik Hüsnü'den başlayın ve bugüne uzanın saymakla bitmez baskılar. Şairler, yazarlar, bilim adamları, emekçiler bu baskılardan nasiplerini almışlardır.

Bu ülkenin egemenleri sol siyasete taban oluşturma, sanısını hiçbir zaman tanımamıştır. CHP bu haşin, acımasız baskının temelini atmış, soğuk savaş döneminde ABD destekli sağ iktidarlar sosyalist eğilimin başını ezmek için her yolu denemiştir. Son yirmi yıl boyunca da özellikle Sovyetler Birliğinin sönümlenmesinden sonra ideolojilerin sonu prevasızca ilan edilmiştir.

Devrim Sevimay'ın söyleşine katılanların hemen hepsinde aynı eğilimi görüyoruz. Sol sözcüğünü kullanırken bile utangaç bir fısıltıyla telafuz ediyorlar. Sosyal Demokrat'tan ileri bir sol kulvar onlara kapalı. Oysa o açık kulvar sadece sermayenin kendine özgü sorunlarını çözebilmek için kullandığı bir yol, "Felaketin Eşiğinde" ki Türkiyenin sorunları sosyalizmin dışında bir sosyal demokrat hareketle çözümlenemez. Böyle bir çözüm, kanseri aspirinle tedavi etmeyle eşdeğerdir.

Ülkenin içinde bulunduğu sorunların ana kaynaklarına yani temel nedenlerine sosyal demokrasi tanı koyamaz. Altan Öymen CHP'nin Genel Başkanı olarak ne yaptı? Kamu araştırmaları ile adeta AKP'ye oy yığan Tarhan Erdem'in katkısı ne olabilir? Öymen'in şu yargısına bir bakın: "Ben CHP ve tüm sol partilerle (?) oluşumların (her halde 10 Aralık platformunu kastediyor) bir ortak noktada (?) bir araya gelmesini arar haldeyim. Çünkü o hayal gibi görünen şeyin gerçekleşmesi çok basit üç günde olur ve bütün bu meselelerin çoğu ortadan kalkar".

Tarhan Erdem ise baklayı ağzından çıkarıyor: "Lenin'in veya Marx'ın anlattığı solla veya sosyal demokrasiyle Türkiye'de anlaşılan temel çok farklı. Herkes, hepimiz için durum böyle. O nedenle lafa "sol" diye başlamak bağlayıcı ve kısırlaştırıcı bir başlangıç. Ben meselenin kaynağına iniyorum, diyorum ki, Türkiye'nin gerçekten çağdaş bir partiye ihtiyacı var. Böylece Erdem sermaye'nin parti arayışını açıkça dillendiriyor ve sol'u sözcük olarak bile yadsıyor. Aranan çıkış yolu da bu: yani, AKP çağdaş değil, çağdaşını kuralım.

Çok değil iki yıl önce AB'yi ve Euro'yu kutsayan Murat Karayalçın bu kez daha bir pragmatik yaklaşım sergiliyor. Şöyleki "Birleşme (ittihat) ve birliktelik (ittifak) arasında çok önemli fark var. Birleşme özveriyi gerektiriyor, birliktelik ise bilinci, idraki... O nedenle benim dediğim modelde bir özveri söz konusu değil... Sadece tüzel kişiliklerle bir araya geliyorsunuz. Yeterki ittifak yapılsın ben onun muhtarı bile olurum" Karayalçın İtalyan solunu pek seviyor ama, o solun, ideolojik temelini benimsemiyor.

"Sol" sözcüğüne bile tahammül edemeyenlerin nasıl bir çıkış yolu bulacakları meçhul. Ülkeyi "felaketin eşiğine" getiren gelişimleri de önleyemeyecekleri kesin. Dizinin son söyleşisinde ortaya çıkan manifesto da bunu kanıtlıyor.