Faşizm ve Küçük Adam

Çok, çok… eskiden bir kitabı okuduğumda beni derinden sarsmıştı. Kitabın adı “Küçük adam ne oldu sana”ydı. Belirli bir ideolojik tavrı olmayan, sıradan bir “Küçük adam”ın faşizmle nasıl yüzleştiğini çarpıcı bir üslupla dillendiriyordu. “Yapıtı” Burhan Arpat çevirmişti. Kitabın yazarı Hans Fallada “müstear” ismini kullanıyordu. Bilmiyorum, fakat yarım yüzyıl olduğunu rahatça söyleyebileceğim bir zaman geçtikten sonra Fallada adının bir kez daha kitap raflarında yeniden yer aldığını görmek beni mutlu etti. Kitabın, tam anlamıyla, Nazi hegemonyası altında bir ülkeyi yetkin ve etkin biçimde betimlemesi, Fallada’nın, tüm ustalığını sergiliyor ve de bugünlere ışık tutuyor. Kitap, günümüzün yükselen değeri olan “Küreselleşme”nin faşist içeriğini anlamamız açısından çok etkin bir ipucu biçiminde de tartışılmaz bir tanık, yol gösterici. Fallada, Nazi Almanyasını, orada yaşamak zorunda olan küçük insanın, suskunluklarını, seslerini duyurma zorunluluğunu ustaca ortaya koyuyor. Oğulları Fransa cephesinde ölünce, eşinin “Senin Führer”in diye suçlayan bir ifadeyle bağırması “küçük adam”ı uykusundan uyandırıyor, artık mobilya yapmayı bir kenara atan çalıştığı marangoz fabrikasının, önce bombaları nakletmede kullanılan kasaları, sonra da cephede ölenler için “tabut” yapmaya başlaması, temel sorunun ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Faşizm ve savaş ikiz kardeştir. Kahramanımız bu gerçeği çeşitli kartpostallara yazarak, bunları binaların kat aralarındaki pencere boşluklarına dağıtmaya başlıyor… Etkisi sınırlı, anlamı büyük bir “itirazım var” eylemi. Birçok kişiye abes bir eylem gibi gelebilir, fakat bu eylemi yapanın konumu düşünülürse mesajın ruhunun daha bir değer kazandığı ortadadır. Fallada, bugün birçok düşünürün kitaplarındaki temel tezi 1940’larda fark etmiştir.

Artık canavarlaşan bir sermaye hegemonyasının baskısı altında yaşadığımızın farkındasınız. Obama, Biden ve de Hillary’nin ihtirasla ve “wow” çığlıklarıyla izlediği Kaddafi’nin linç edilmesi sahnesi günümüz emperyal güçlerinin “zamir”ini ortaya koymaktadır. Hillary altmışlarını geçmiş bir kadın ve anne, diğerleri de baba ama utanmadan bu mezalimi onaylayarak seyrediyorlar. Bu linci izleyen ortaklardan birisi (İki numarası) Türkiye’yi ziyaret etti. Korumaların kuş uçurtmadığı bir ortamda RTE’yi evinde ziyaret etti. CIA, RTE’nin koruma ekibine güvenmedi, kendi planını uyguladı. Yani çifte kavrulmuş koruma çıktı ortaya.

Biden ülkemize, şöyle bir dostum Gül ve RTE’yi ziyaret edeyim diye gelmedi. ABD üst yönetimi çok kritik bir döneme adım atmak üzereydi. 2012 Kasım’ında Başkan seçimi yapılacaktı. Obama’nın bu seçimi kazanabilmesi ancak ABD’nin emperyal gücünü bir kez daha kanıtlamasına bağlıydı. Bir mini savaş seçimde sıçrama tahtası olacaktı. En uygun hedef, göz doktoru Beşer Esad olarak saptanmıştı. Güvenlik Konseyi Çin ve Rusya’nın veto olasılığı ile bu imkanı sıfırladı. Geriye, ABD’yi suçlamayacak, etkin bir müdahale nasıl gerçekleşecek sorunu kaldı. İşi İsrail’e bıraksalar sorun yok, ama bu seçenek bölge halkları bağlamında pek de uygun değil. O halde gelsin o eski türküler… Yemen Türküsü mü? O olmaz fazla kullanıldı ve de çok ağlanıldı. O zaman “Ey Gaziler, yol göründü yine garip serime” ezgisi en uygunu.

Bilindiği gibi dünya nüfusu 7 milyarı aştı. Sayılmadı ama demografik hesaplamalar sayım kadar güvenli. Sanal olarak 7 milyarıncı çocuklara tüm ülkelerde altın takıldı, hediyeler verildi. Fakat, kimse bu yedi milyarın ne kadarı gece yatağına tok giriyor diye sormadı. Ancak %10-15 belki bu mutluluğa erişiyor. Tok olan bu %10-15’in mevcut yaşam tarzlarını sürdürebilmesi için “sermayenin” yöntemi olan faşizmin daha da güncelleşmesi, kan ve baskıya gereksinim var. Hans Fallada bir kez daha bunları bize hatırlattığın için tüm küçük adamlar sana minnettardır. Altını çizdiğin şu cümle geleceğimizin adeta tanımıdır: “Sanki düşmanlar hep yanımda ben onları göremiyorum”… Kuşku, korku ve siniş…!