Eşitlik Bayramı

Yazımın başlığını “Yeni Şafak” gazetesinden ödünç aldım, YÖK’ün son kararı üzerine sekiz sütuna yayılmış bu “Bayram” sevincini okurlarına muştuluyordu. Haklıydı. İslamî cephenin iki simgesinden biri yaşama geçirilmiş, İmam-Hatip lisesi mezunlarının yüksek öğrenimleri önündeki bir engel kaldırılmıştı. Yüksek öğretim giriş sınavlarında lise ve meslek liselerini bitirenler arasında farklılık giderilerek eşitlik sağlanmıştı.

İslamî ve de liberal saflardaki medya önemli bir utku kazanmışçasına seviniyor, kararı Başbakan “Sağolsun YÖK” diye kutluyordu. Oysa sonuç, “Şair-i Âzam”ın bir piyesinin final cümlesiyle betimlenebilirdi: “Zafer veya hiç”(*)

Yüksek öğrenim yapma arzusunda olan her ortaöğretim mezununun giriş sınavında farklı işlem görmesi bence de kabul edilemez bir sınırlamadır, kalkmıştır. Fakat genç kuşakların önü açılmamıştır. Bayram şenlikleri ile karşılanan eşitlik bir “geleceksizlik”te birleşmenin eşitliğidir. İşsizlik, emeğin sürekli ucuzlaması yani satın alma gücünün zayıflamasının yarattığı fukaralık. Bölgeler arasındaki eşit olmayan, gelişim düzeyinin yarattığı sonuçlar… Açıkçası hiçbir umuda yer vermeyen bir “Âti”. Bu noktaya gelmemizde Özal vizyonu diye alkışladığımız neo-liberal ekonomi politikalarla küresel kapitalizme eklemlenmemiz başrolü oynamıştır.

Eğitim sistemimiz daha bir “talimgâh” yaklaşımıyla tam bir “molla” yetiştiren medrese artığı yöntemlerle gerilemiş ve de hızla metalaşmıştır. Toplumumuzun sürekli olarak keskinleşen sınıfsal karakteri bu sistemi de kendine hizmet edecek düzeye indirgemiştir. Bunun örneğini dünyanın en ünlü bilim yuvaları olan üniversitelerin sahibi ABD’de de görmekteyiz. Yale, Harward, UCLA, MIT gibi üniversitelerin yanı sıra, okuma-yazmayı bile öğrenemeden lise mezunu olan milyonlar aynı ülkededir. Kapitalizmin en doğal sonucudur bu. Bizlerin sık sık yinelediği bir deyim vardır ”Ne kadar ekmek o kadar köfte". İşte egemen sınıfın eğitime bakış açısı budur.

Metalaşan eğitim egemen sınıfa yöneliktir. Ülkedeki varlık ya da servet yelpazesi okulları da kendine uyarlamıştır. Özel okullar bile kendi içlerinde bu yelpazeye uyumlu derecelendirilir. Devlet okulları da ha kezâ… Gerisi küçük mucizelerle süslenmiş ayrıntıları yansıtan “Yeşilçam” masalları gibidir. Şavşat’tan bir genç Hacettepe Tıp Fakültesine gidebilir ve de bitirebilir… Ne var ki bu olasılık kaç on yılda ve de kaç yüz bin gençte birdir.

Yansıttığımız bu resim “Eşitlik”ten söz etmiyor. İçi boş, pembeleştirilememiş bir öykü. Kim kazanacak: Dershaneler. Tarikatların özel amaçlı cemaatlerin katkıları bile sözünü ettiğimiz servet yelpazesinin kurallarını yenemez. Diğer taraftan orta ve yüksek öğrenim bağlamında bir başka sorunda “plan” kavramından kaçınılması. Koç topluluğu iki-üç yıl önce bir sloganı öne çıkardı: “Meslek Lisesi-Memleket Meselesi”. Çok doğru bir istek ve sav. Ne var ki bu ülkenin çeşitli üretim alanlarına yönelik teknikerleri, ustaları yetiştirebilmek için ciddi bir işgücü planlaması ve buna uyumlu bir eğitim modeli geliştirilmesi gereği açıktır. 1960’lı yıllardan bu yana “Plan mı Pilav mı” demagojisinin arkasından koşan liberal ve de İslamcı sağ iktidarlar böyle bir çalışmayı hiçbir zaman desteklememiştir. Beş yıllık kalkınma planlarını da göz ardı etme ustalığını göstermişlerdir. Koç Topluluğu da dahil olmak üzere iyi yetişmiş tekniker ve ustanın isteyeceği yüksek ücretten ürkmüştür. Bir yandan meslek lisesi feryadını yükseltirken, diğer yandan esnek üretime, emek taşeronluğuna kapılarını açmışlardır. Mustafa Koç’un Yüksek İstişare Kurulu Başkanı olduğu TÜSİAD, Cumhurbaşkanı'nın onaylamadığı “Özel İstihdam Büroları”nın açılmasını sağlamak için baskısını arttırmaktadır.

Genç kuşaklar eşit (?) olarak sınava girecekler, peki sonra yüzde kaçı kazanacak, kazananların yüzde kaçı istediği bölüme girecek, yüzde kaçı istediği üniversitede okuyabilecek. Mezun olduktan sonra emeğinin karşılığını alabileceği bir işe girebilecek mi ya da günlük nafakasını bile sağlayabilecek mi… Size bir olasılık öyküsünü anlatayım. Sınava giren bir öğrencinin dört yıllık bir fakülteye girme puanını tutturma olasılığı 1/20 olsun, bu fakültenin istediği üniversite de ve istediği branş olmasının ihtimali de 1/150 olsun. Bu bağlamda da sayılabilecek birçok olasılık varsa da biz sadece bu iki (hayli de iyi sayılabilecek) oranla yetinelim. Bu iki ihtimalin birlikte gerçekleşmesi 1/20x1/150= 1/3000’dir. Ne var ki böyle düşük bir olasılık oranı günümüzdeki sınav sisteminde iyimser sayılabilir. Bir de bu olasılıkların servet yelpazesinde yüksek varlıktan sıfıra doğru ihmal edilebilecek düzeyde düşeceğini göz önünde tutarsanız bu eşitlik bayramına alkış tutar mısınız?

Neo-liberal ekonomi, parayı azizleştiren, servetlerin büyütülmesi açısından her türlü davranışı mübah kılan “Vahşi Batı”nın günümüz versiyonundan başka bir niteliğe sahip değildir. Vahşi Batı kazançlarına dokunmamak kaydıyla ultra-liberal bir töreyi de yaratır. Böylece yapay bir serbestinin arkasına kendi günahlarını, yarattığı cehennemi gizler. Bir önce değindiğimiz, ABD’de Türkiye’ye kadar, derece farkıyla uygulanan eğitim modeli hem her alanda metalaşmayı, hem de marjinalleşmeyi adeta teşvik eder. Yirminci yüzyılda faşizmin kitle tabanının oluşturan lümpen yığınlar bu kez belirli nitelik farkıyla marjinal gruplar, yığınlar halinde kendini gösterir. Semavî dinlerden Budizm’e kadar uzanan alanda marjinal akımlar çeşitli tarikatlar halinde ortaya çıkmıştır. El Kaide bunların en göze batanıdır. ABD’de toplu intiharlara uzanan tarikatların eylemleri bir başka örnektir. Silahlanmanın okullara kadar girmesine ilişkin nice örnekler gazetelerin baş köşelerindedir.

Marjinalliğin boyutları bir yanda dünyada “Paris Hilton”a ülkemizde ise Çeşme-Bodrum “beach”lerinde mekan tutan ikoncan’lara onunda ötesinde Dubai’den gazeline devam eden Ayşe Arman’a uzanmaktadır. Bu bağlamda, Başbakanın Harbiye Parkı'nın önünden geçerken aklına gelip AKP Ankara İl Kongresi'nde dillendirdiği “Sınırsız, kontrolsüz ahlâki erozyon yapılanması” yakınması doğru olmasına doğru da sonuna bağladığı “Ya davulcuya, ya zurnacıya” vurgusu yanlış. Hüseyin Üzmez’den, Halis Toprak’a uzanan çözülme nokta olaylarla açıklanamaz. Şu anda bağlı olmakla övünülen küresel kapitalist sistemi kavramak, gelişmeleri tanılamak yararlı olur. Ama sistemi “Ceterus paribus” bir veri gibi kabul edip çözüm aramak abesle iştigalden başka bir şey değildir. Çünkü çözülme küreselleşmiş neo-liberalizmin yapısındadır. Bunu fark etmezseniz yapay eşitlik ve serbesti bayramları ile avunursunuz.

(*)Abdülhak Hamit Tarhan “Eşber”