Emperyal Seçim Üzerine TEVFİK ÇAVDAR

Bu yazıyı okuduğunuzda ABD Başkan seçimine yirmi dört saatten az bir süre kalmış olacak. ABD seçimleri son yüzyıl süresince dünya halklarını yakından ilgilendirmiştir. Yirminci yüzyılın başlarına kadar eski başkan Monroe kuramı (1820) uyarınca sadece Latin Amerika ile ilgilenen Amerikan dış politikası Teddy Roosevelt'le (1900'lerin başı) başlayarak tüm dünyayı içine alan küresel bir ufka açılmıştır. Başkan Wilson, Birinci Dünya Savaşı'na katılma kararı ve onu izleyen savaş sonrası siyasal statükoyu belirleyen ünlü ilkeleri ile ABD'yi küresel bir güç haline getirmiştir. İkinci Dünya Savaşı ve sonrası, ABD'nin bu erkini daha da üst düzeye çıkarmıştır. Savaşı takip eden sosyalist ve kapitalist cepheleşmeye paralel olarak ABD'nin askeri potansiyeli etkinleşmiş Sovyetler Birliği'nin sönümlenmesi sonrası belirginleşen tek kutuplu dünyada ABD'nin, küreselleşen kapitalizmin adeta emperyal önderi haline geldiği bile iddia edilmiştir (Negri ve Hardt). Dünyadaki konumu böyle nitelenen bir ülkedeki başkanlık seçimi de küresel bir öneme sahip olmaktadır.

ABD halklarının çoğunluğu göçmen temellidir. Onları birleştiren tek öğe ekonomik getiri ve bu getirinin devam edeceğine olan inançtır. Göçmenlerin Atlantik kıyılarından Pasifik'e uzanan büyük ilerleyişi toprak ve kazanç hedefiyle eş anlamlıdır. ABD göçmenler için bir fırsatlar ülkesidir. Batıya yönelik göç ise "Pionier Ruhu" denilen bir atılım isteğini yansıtmaktadır. Türkiye'de 1950 seçiminden sonra Demokrat Parti iktidarı ile başlayan piyasa ekonomisinin yarattığı girişimcilik, Ahmet Emin (Yalman) gibi gazeteciler tarafından "Pionier Ruhu" olarak alkışlanmıştır.

Benim kuşağım "Western" filmlerinin etkisiyle büyümüş denebilir. O tarihlerde (1930-1940) kovboy filmleri (30-32 kısımlık) üç dört saat sürerdi. Dick Foran, Buck Jones ve nice oyuncular at üstünde tüm kötülüklere meydan okurlardı. Bu arada öldürdükleri adamların sayısı, hesabı yoktu. Silah o filmlerde son noktayı koyardı. Etrafında birkaç ev ve bir de bar bulunan çamurlu, tozlu sokakta tabanca ile düello eden iyi ve kötü adam hiç anılarımızdan çıkmazdı.

"Pionier Ruhu" ve de "Fırsatlar Ülkesi" nitelemesiyle tanımlanan ABD'nin devlet olarak asal ideolojisinin temelleri, kurucular diye nitelediğimiz önderler ve bağımsızlık bildirgesiyle atılmıştır. Bağımsızlık savaşının önderi Washington bir askerdir. Ne var ki onu izleyen John Adams, Thomas Jefferson, Madison ve Monroe gibi başkanlar ağırlıklı olarak siyaset ve düşün adamlarıdır. Bunların yanı sıra T. Paine gibi düşünürlerin de kurucu ideolojinin temellerine katkısı yadsınamaz. ABD halklarının ortak eğilimin çizgilerini belirleyen bu kurucu ideolojinin başlıca öğelerini şöyle sıralayabiliriz.

- Ultra liberalizmin tek doğru olarak kabul edilmesi. Bu yaklaşım, silahlı hak elde etme iddiasına kadar uzanmaktadır. ABD'deki silah edinme serbestisi, okul katliamlarına bile neden olmuştur. Bu seçimde Cumhuriyetçiler'in Başkan adayı Palin bu bağlamda tipik bir örnektir.

- Genelin ırkçı ve fetihçi eğilimi egemen tavır olarak kabul etmesine karşın, aydınların bu tavrı inkar etmeleri utangaç bir çabadır. Kızılderililere, Afro-Amerikan kökenli siyahlara, Latinolara hatta diğer etnik kökenli gruplara yönelik ayrımcılık başat bir eğilimdir. Çoğu kez suikastlere de neden olmuştur. Köleliğin kaldırılmasına yönelik iç savaşın lideri Başkan Abraham Lincoln ne yazık ki kazandığı utkunun hemen ertesinde bir tiyatro salonunda öldürülmüştür. Luther King'in öldürülmesi bir başka örnektir. "Klu-Klu-Klan" örgütünün sayısız katliamları ise ırkçılığın bir başka yönüdür.

- Bağnazlığa varan tutuculuk ve dini inanç, ABD halklarının bir başka ilkesidir. Luteryen tarikatlar adeta bir kara çarşaf gibi yığınları örtmüştür. Başkan 2. Bush'un Tanrı ile konuştuğu savı belki bu bağlamda aşırı bir örnektir ama, Kongre'nin her gün dini bir liderin duasıyla açılışı da bir başka kanıttır. Pek sevilen bir deyimle orta sınıf ABD'li bu özelliği yansıtmaktadır.

- Bireysel özgürlüğün dokunulmazlığının yanı sıra siyasal katılım ve toplumcu bilinç göz ardı edilmektedir. Nitekim büyük bir sanayi toplumu olmasına karşın ABD etkin bir sosyalist partiye hiçbir zaman sahip olmamıştır. Hemingway, Das Pasos, Steinbeck, London vb. yazarlar bu eğilimleri romanlarına yansıtmışlardır. 1950'lerdeki McCarty salgını ortalama ABD halkının iç dünyasının dışa vurumudur. ABD kurucu düzeni Başkan Roosevelt'in Başkan Yardımcısı E. Wallace'ı bile içine sindirememiş, ilk seçimde Truman'ı aynı mevkiye getirerek adeta öç almıştır.

Bu yılki seçimde oy kullanacak ABD halklarının genel düşünsel yapısı yukarıda özetlediğimiz görünümdedir. Adaylar ise ilginç bir çelişkiyi sergilemektedir. Cumhuriyetçi aday McCain yaşlı ve deneyimli bir politikacı. Bush'a göre artıları var. Yardımcısı buna karşın Bush'tan bir adım daha keskin bir şahin ve tutucu. Yukarıdaki düşünsel yapıyı tam anlamıyla yansıtıyor. "Rujlu bir Pitbullum" diyerek bu niteliğini ilk günden ortaya koyan biri. Orta sınıf, ABD'li ailelerin seveceği bir aday.

Demokrat aday Obama ABD'nın asal ideolojik yapısına ters bir görünüm sunuyor. Kenyalı bir Müslüman aileden geliyor ve siyahi. Gerçi Kongre'ye kadar girebilmiş, ama Beyaz Saray farklı. Bu nedenle devletin asal ideolojik yapısına uyumlu bir Başkan yardımcısı kendisine seçtirilmiştir. Senatör Biten, deneyimiyle Obama'yı dizginleyecektir. Ortalama vatandaş nezdinde ona biraz güven sağlayacaktır.

Adayların seçim sloganlarına baktığımızda, McCain'in "Önce Vatan" (Country First) şiarının muhafazakar seçmene daha yakın bulduğumu söyleyebilirim. Obama'nın sloganı olan "Değişim" (Change) biraz havada kalıyor. Kampanya süresince içi de pek doldurulamadı. Biten'in yardımcılığında köktenci bir değişim zaten mümkün görülmüyor. Nitekim Obama'ya ne değişecek diye sorulduğunda "Washington değişecek" demekle yetiniyor. Kuşkusuz aydınlar, gençler, sanatçılar bu sloganın içini gönüllerince doldurup Obama'yı alkışlıyorlar. Fakat ABD'nin kurucu ideolojilerine bağlı Amerikan ailesi değişimi hiçbir zaman yeğlemez.

ABD halkları bu kritik seçime büyük bir ekonomik krizin yarattığı sarsıntıyla giriyor. Bu Obama'ya yarar mı? Pek sanmıyorum. Çünkü onun krize bulacağı reçete liberal ekonomi politiğin bir başka versiyonundan farklı olmayacak. Nitekim Bush'un bir trilyon dolara yakın bir fonu bunalımı yaratan finans sektörüne akıtmaya yönelik reçetesine Demokrat Parti de Kongre'de oy verdi.

ABD'de seçimler, kampanya dönemi ne kadar şenlikli geçerse geçsin düşük bir katılımla gerçekleşir. Katılımın % 50-55'lerde kalacağı adeta kesin gibidir. Yani iki yüz milyonu aşkın seçmenden ancak yüz milyonun oy kullanacağı beklenmektedir. Katılımın yüksek olması halinde muhafazakar aday McCain-Palin çiftinin kazançlı çıkacağı çok açıktır.

Çeşitli haber ajanslarının ve araştırma kurumlarının yaptıkları kamu oyu yoklamaları Obama'nın asgari dört-beş puan önde olduğunu göstermektedir. Başkan Bush'un emperyal edalı istilacı politikalarından bıkan dünya halkları da bir umut olarak Obama'ya sarılmış gözüküyorlar. Bu koşullar altında seçimin sonucu ne olabilir. Kesin bir tahminde bulunmak kanımca çok zor. Eğer Hillary Clinton veya o çizgide biri aday olsaydı, Demokratlar bu seçimi kazanacak diyebilirdim. Fakat Obama'yla bu pek zor. Obama, aday olarak ABD'nin kurucu ideolojisine her yönüyle ters düşen biri. Hem siyah, hem değişim diyor hem de Müslüman kökenli. Son haberlere göre Hüseyin Barack Obama İran'da şimdiden mehdi ilan edilmiş bile.

Başkanlık seçimi ile birlikte gerçekleştirilecek olan ara seçimlerden sonra Senato ve Kongre'de Demokratların çoğunluğu kazanacakları kesin gibi. Bu durum yeni Başkan'ın Cumhuriyetçi olsa bile demokratların kontrolünde olacağını gösteriyor. Fakat Obama belki de Cumhuriyetçilerin Beyaz Saray rüyasını gerçekleştirecek son şans olacaktır. Seçim sonuçları konusunda ancak şunları söyleyebiliriz,

- Obama'nın kazanması iki yüz elli yıla yakın bir geçmişe sahip ABD için bir devrimdir. Bana göre ABD halkı ve kurulu düzeni buna hazır değildir. Yanılmayı çok isterim.

- Obama kazansa bile dört yıllık süreyi Beyaz Saray'da o mu yoksa yardımcısı mı tamamlayacak? Bu sorunun yanıtı da belli değildir.

- McCain kazanırsa Bush'un saldırgan politikasını üstü kapalı sürdürmeye çalışacaktır. Yani McCain ile Palin, iyi polis-kötü polisi oynayarak Neo-Conların bilinen çizgilerini izleyecektir.

- ABD Başkanlık seçiminde aslında Başkan'ı seçecek ikinci seçmenler seçilir. Buna seçim kurulu denilir. Bunların nihai seçim aşamasında partilerinin adayı dışında bir adaya oy verme olasılığı da gündemdedir. ABD tarihinde böyle bir davranış bir kere gerçekleşmiştir.

- Bu seçim çok sevdiğimiz bir deyimle mahkemede de bitebilir.

Bu olasılıkların hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin ABD'nin yayılmacı, emredici, neo-faşist politikalarında radikal bir değişim beklenmemelidir. Küresel erkini yitirmekte oluşunun da etkisiyle daha hırçın bir ABD ile karşılaşmamız da gündemdedir. Bu nedenlerle ABD'nin seçimi yerküremizin kısa dönemdeki kaderini belirleyecektir.