Curcuna

Genç kuşaklar başlıktaki sözcüğü yadırgayabilirler. Bir toplantıda, bir yönetimde her kafadan bir ses çıktığında bu deyim kullanılır. Klasik Türk müziğinde fasıl sonu, makama uygun neşeli havalarla yapılan finale de “curcuna” adı verilir. Her neyse, biz sözcüğün birinci tanımını, bugünün Türkiye’sinde, adalet mekanizmasından, dış politikaya uzanan karar ve edimlere gözattığımızda gözle görülen “kaos”u açıklama bağlamında kullandık. Gerçek olan şu ki Türkiye’de alınan tüm kararlar artık tam anlamıyla bir “anarşi”nin varlığını ortaya koyuyor.

Bu anarşinin en çarpıcı örneği Beşiktaş adliyesinde konuşlanmış “özel yetkili” savcının kararlarıdır. Bu kararlar artık “özel yetki”nin sadece ABD’de mukim bir cematin savunmasına yönelik olduğunu göstermektedir. Yani Türkiye’de iki ayrı “yargı sistem”i uygulanmaktadır. Biri TBMM tarafında kabul edilen yasalar diğeri ise Fethullah hoca efendinin kelamından ibaret fetvalar. Beşiktaş’taki özel yetkili savcı adeta cemaat adına kılıç sallamaktadır. Bu durum Meclis’te de son kitap “imhası” nedeniyle gündeme getirilmiş, AKP Grup Başkan Vekili Bozdağ, suçlama partisine yönelik olmadığı halde imam efendiyi pürtelaş savunmuştur.

Görünen odur ki Pensilvanya’da ki fetva emiri, 2011 Haziran seçimlerinde AKP’nin etkin bir koalisyon ortağı olma stratejisini devreye sokmuştur. Ahmet Şık’ın yazdığı kitaptaki “suç unsuru” cemaatin etkinliğini sergilemesidir, Beşiktaş adliyesindeki özel yetkili cemaat edası savcısı artık bardağı taşırmıştır. Aydınlar, demokratlar, liberal geçinenlerin bir kısmı isyan bayrağını çekmişlerdir. AKP ve Başbakan ise iki cami arasında şaşkındır. Fethullah cemaatine borçlu olduğu için kıvranmakta, bu yargının kararıdır demekten başka diyeceği kalmamıştır. Bu tavır bile yargının en az Beşiktaş adliyesindeki özel yetkililerin, “bağımsız” olmadığını ortaya koymaktadır, zaten Bozdağ’ın konuşması da bunu kanıtlamaktadır.

Seçime iki ay kala yurtiçindeki görünüm böyleyken, dış ilişkilerde sıfır soruncu Davutoğlu da iyice yalpalamaya başlamıştır. Önce ambargoyu denetlemek için beş savaş gemisi ve bir denizaltıdan oluşan deniz gücü Sirte körfezine gönderilmiştir. Ne var ki filonun komutanı “balyoz” davasından tutukludur, çünkü imam öyle uygun görmüştür.

Bütün bu tutarsız eylemler karşısında ise ana muhalefet partisi de “dalgalara” kapılmış, yalpalamaktadır. Gürsel Tekin isimli genel başkan yardımcısı (hem de örgütten sorumlu) her gün bir ilkesizliği sergilemektedir. Oysa AKP’ye karşı yürütülecek muhalefetin “ilkesiz” olması peşinen yenilgiyi kabul etmek demektir. Genç kuşaklardan tarikat ehli olanlar, lümpen gruplar ve de bilerek “cahilleştirilen”ler zaten AKP’nin kitle tabanını oluşturuyor. İbrahim Tatlıses’in rol modeli olduğu “delikanlı tavrı” onların kutbu. Bunu bilen RTE’de zaten Tatlıses’in adaylık başvurusunu hasta yatağında aldı.

Aylar öncesinden başlayarak “sol”da ben dahil tüm yazarlar gelmekte olan tehlikeye işaret ettik. Bu yazıyı okuduğunuzda seçime ancak iki ay kalmış olacak. AKP ve onu arkalayan tarikat, cemaat vb. gibi etkin gruplar boş durmuyor. Camiler, dergahlar beyinleri kalıplamakla meşgul. Yapılacak tek şey var AKP’nin cumhuriyetin kuruluş ilkelerine karşı tek vücut olmak. Boyner çiftinin yıllardır söylemleriyle anlattıkları ucube “ikinci cumhuriyet” anayasasının gövdesi belli olmuştur. Bu anayasa açık bir “şirketokrasi” belgesidir. Zaten 1980’den bu yana Türkiye’nin, tüm ekonomik varlıkları satılarak, içi uluslararası kapitalizmin şirketleriyle doldurulmuştur. Şu anda ülkenin “vaziyet ve manzarası umumiyesi” Gazi Mustafa Kemal’in nutkunda belirttiği durumla eşdeğerdir.

Bu seçim sonrası ülke ya derin bir komaya girecek, ya a ayağa kalkarak ilerlemeye yönelik ilk adımı atacaktır. Ne politika da, ne ekonomi de, ne de kültürde riyakarlığın yeri ve de geçerliliği yoktur. Bunu Gürsel Tekin vari davranışlarla oy avcılığı yapmaya çalışan “kahve” politikacılarına bırakalım ve de onları her fırsatta kınayalım.

Bu mücadelede de genç kuşaklar önemli. Onları cahiller kümesine dönüştürme politikalarına set çekelim. Gençler ve de kadınlar… Korkarım ki onlardan başka umudumuz kalmadı.

Kitapları daha bilgisayarda imha eden, heykellere ucube diyen, kadınları eve hapsetmek isteyen ve de islam mücahidi olma yolunda ülke bütünlüğünü tehlikeye atan, bunu açıkça ifade eden RTE’lere, Boyner’lere, Altan’lara, Feto’lara aşina olmadığımızı kanıtlama zamanı geldi.

Halkımız gerici bir ittifakla karşı karşıya TÜSİAD, aynen 1979 Mayıs’ında olduğu gibi bu ittifakın etkin bir öğesi. Onun yanısıra Fethullah Efendi’de yeni oluşacak iktidara ortak olmak (üstü örtülü koalisyon) için kolları sıvamış durumda. Cemaatin uzantısı Beşiktaş Adliyesinin savcıları, dokunulmazlığı olmayan ilerici adayları (Ergenekon suçlamasıyla) Silivri’ye göndermek için ellerini oğuşturarak bekliyorlar. Ahmet Şık önemli bir kitapla üstüne düşen uyarıyı yaptı. İlericiler kitaba imzalarını atmaya hazır. “İmamın Ordusu” artık kimseyi korkutmamalı… Abant’daki lüks otelde “siyasi vesayeti” tartışan ilkesiz müritleri, son kitap imha olayı ile gerçek “vesayet”in karanlık yüzünü görmüşlerdir umarım…