Cinayeti görmenin zamanı geldi

Devlet yönetiminin ilkeleri ülkemizde kökünden değiştirildi. Kapitalizmin temel kuralları bile kulak arkası ediliyor. Yargı, özel yetkililerin “vicdan ölçeği”ne bağlandı. Düzeltilemiyor, çünkü cemaate bağlı. İnsanları bezdiren bir “geyik tartışması” sürüp gidiyor. TC’nin iki numarası Çiçek Cemil, ağlamaklı bir yüzle, nafile temaslarla kamuoyunu oyalamaktan bitap düştü. Nereye bakarsan zulüm. Bazen kendi kendime soruyorum “Acaba Silivri Cezaevi” Türkiye’nin kendisi mi? Klasik bir öyküdür, adamın biri tımarhanenin penceresinden bakan bir deliye sormuş “Kaç kişisiniz” diye, o da hemen yanıtlamış siz dışarıda kaç kişisiniz. Her bağlamda “Kindar çığlıklar” yükseliyor. Azarlama hemen her devlet büyüğünün genel tavrı, Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” gibi güzel şiirleri yok sayılırken, sadece “kinine, öfkene sahip ol” ilkesi adeta ayet haline getirilmiş. Türkiye her yönüyle “Silivri”ye dönüştü. Zulüm yönetimin paçalarından akıyor. Bazen bu “zalim” kararlar üstü örtülü “toplumsal cinayete” bile dönüşebiliyor. Bu nedenle aşağıda ki satırları, kamuoyuna sunulmuş bir “suç ihbarı” gibi de algılayabilirisiniz.

Yayın organları hemen her gün Avro bölgesindeki derinleşen “kamusal borç” krizinden söz ediyor. Bir tahmine göre bu borcun düzeyi 10 trilyon Avro’ya ulaşmış durumda. Borcun ana yükü Alman ve Fransız bankalarının sırtında. Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz vb gibi ülkeler ise iflasın eşiğinde. Nedir bu, kamusal borçlanma olayı? Başta küresel kapitalizmin amiral gemisi ABD olmak üzere birçok ülkenin kamusal borçları “diz boyunu” çoktan aşmış durumda. Devletler, vergi gelirlerinin zorunlu harcamaları karşılamadığı durumlarda, kamusal borçlanmayı, yeni vergi koymaya yeğlerler. Çünkü kapitalizmin bile kendine göre bir töresi, etiği vardır. Adil olmayan vergiden, hele hele “salma” tarzı vergilemeden özenle kaçarlar. “Gelirine göre vergileme” bir ilkedir onlar için. Neoliberalizmin acımasız “demir” önderleri Thatcher ile Reagan bile bu yaklaşımı asla bozmadı.

Küresel kapitalizmin gelişmiş yirmi ülkesinden biri olan Türkiye, ne yazık ki düzenin gelire orantılı vergi kuralını elinin tersiyle bir kenara itmiş ve kamusal gelirinin neredeyse %70’ini tüketimden alınan dolaylı vergilere dayamıştır. Adı KDV ya da ÖTV olsun, bu dolaylı vergiler, insanın yaşam hakkından alınmaktadır. Yaşamak için tüketmek zorundasın o halde vergini ver. Bir bardak sudan, arabaya kadar her harcama artık vergi konusu.
Tüketim vergisi doğumdan yaşama kadar alınan vergi. Bugünlerde pek revaçta olan kürtaj konusunu ele alalım. Eğer çocuğunuzu aldırmak zorunda iseniz, kürtajı gerçekleştiren kuruma KDV ya da ÖTV ödemek zorundasınız. Çocuğunuzun ilk zıbınını, kundak bezini almak için yine aynı dolaylı vergileri ödemekle yükümlüsünüz…Hele hele anne sütünü takviye için mama almak zorundaysanız ÖTV yakanızdadır. Mezar konusu da farklı değildir. Orada da aynı işlem geçerlidir.

Bu koşullarda Çıkrıkçılar Çarşısı'nın harika evladı Babacan’ın ya da Maliye Bakanı İngiliz Mehmet’in kamusal borçlanma amacıyla devlet tahvili çıkarmalarına gerek var mı? Onlar verginin hasını, vatandaşın yaşam hakkına tecavüz ederek sağlamaktadırlar. Jean Cristophe Grangé’nin kitaplarını okur musunuz? Eğer şimdiye kadar okuma fırsatı bulamadıysanız, Arjantin cuntasının cinayetlerini sergilediği “Ölü Ruhlar Ormanı”na bir göz atın. Cuntanın yaşam suyunun hangi zulümlerden kaynaklandığını göreceksiniz.

Bir bardak sudan, mezara uzanan bu tüketime dayalı vergi politikası da aynı zalim yönetimi çağrıştırır. Tüketimden alınan vergi adil değildir. Aile bütçeleri üzerinde çalışma yapanlar çok iyi bilir ki gıda harcamalarının payı, düşük gelirli ailelerde hemen hemen aile bütçesinin %60’ın üstündedir. Aile geliri yükseldikçe bu pay azalır. Tüketim vergisi bu gibi yoksul aileleri daha çok ezer. En yaşamsal gıda mallarından uzaklaştırır. Onları, amiyane deyimiyle açlıkla terbiye eder. Bu nedenle tüketimden alınan vergi, elinde tabanca, bıçak, köşe başında yol kesen haraminin aldığı haraçla eşdeğerdir. Toplumsal cinayettir. Bunun övüncü de günümüz iktidarının “İslami duyarlılığının” hakkıdır. Ramazan ayına daha da yakınlaşacağız. Sahurda ve de İmsak’da ağzınıza aldığınız her lokmada bu verginin izi olacak. Siz istediğiniz kadar, bilmem kaç platformu birleştirip, iftar yemeği verin. O iftarı da tüketim vergisinin zehirlediğini unutturamazsınız. Ne kadar vergi, o kadar ekmek. Yaşamınız ödediğiniz vergiyle orantılı. Çağcıl TC bu olsa gerek.

Bu yazıyı kaç kişi okur bilemem. Okuyanlardan kaçı “cinayeti görür” onu da tahmin edemem, fakat bir nokta açıktır ki bugün ülkenin gelir kaynağı, bir dönem Arjantin’de olduğu gibi acımasız ellerin elindedir. Ülkeyi, vatandaşı,uzun vadede yoksulluk ve yoksunluktan yok ederek, idare edebilmektedirler. İşin tiksindirici yanı bu yöntemleri din adına yapmaktadırlar. Cinayet süreci şiddetini arttırarak sürüyor. Suriye babalanması da bu cinayetin uzantısıdır.