Cemaat'in İstilası Devrede

Seçime, bu yazıyı okuduğumuzda, neredeyse iki buçuk ay kalacak. Kampanya için sıkışık bir dönem. Ne var ki iktidar ve onu destekleyen ABD kökenli (F Tipi) Cemaat başta olmak üzere tüm cemaatler faaliyetlerini, baskılarını artırıyor ellerindeki tüm olanakları, etik dışı ihbar vb de dahil, kullanmaya başladılar. Son haftadaki basın kesimine yönelik yeni sindirme, değersizleştirme eylemleri bu stratejinin en güçlü örneğidir.

Yaşamım boyunca, tek parti döneminden günümüze kadar birçok seçimi yakından izledim. Ne var ki bu seçim kampanyası kadar kirlisine rastlamadım. Önceki seçimlerde ne iktidarın, ne de muhalefet önderlerinin özel yaşamlarını gündeme getirilmemiştir. Örneğin Adnan Menderes’in bugün bile saygıyla anlatılan gönül ilişkisi seçim meydanlarında konuşulmamıştır. Bu seçim bu “etik” tavrı yerle bir etti. Bunun kaynağı da ne yazık ki ABD’de kovuşlanmış bir “İslami cemaat”. Bu cemaatin AKP’ye destek olduğu kamuoyunca bilinmektedir. Sözünü ettiğimiz desteğin en açık örneği de Silivri’deki “Ergenekon”cuları toplama kampıdır. Ergenekon, “F Tipi” cemaat ve ona bağlı olduğu belli olan bir “özel yetkili” savcının, tutuklamalarını haklı göstermek için var olduğunu iddia ettiği ve neredeyse dört yıldır varlığı kanıtlanmayan lastik gibi uzayan, bir çok eklemelerle biteceği kuşkulu hale dönüşen bir davadır. Ne lideri, ne de yöneticileri bellidir. Sorunun özü, cemaatin AKP muhaliflerini sindirme ve susturma amaçlı bir faaliyet alanı haline geldiğidir.

Haziran 2011 seçimine giderken, AKP lideri Erdoğan, gerçekleştirmek istediği “Ütopya”sını açıklamıştır. Başkanlık sistemi ve iki partiyle kurgulanmış bir “tahterevalli” demokrasisi. Bunu ABD tipi demokrasi diye açıklıyor. Ne var ki ABD’nin siyasi yapısını oluşturan ilkelerinin bile farkında değil. Liberal akıl hocaları da önerdikleri projelerle adeta uçukları oynuyorlar. Örneğin bu bağlamda sadece Osman Can’ı dinlemek bile uçuşun irtifasını kestirmeye yeterli.

Recep Tayyip Erdoğan, tek ve mutlak egemenlik isteğiyle bu seçime girerken, onu şu ana kadar destekleyen cemaatları da bir telaş almış görünüyor. Destekleriyle bu düzeye getirdikleri kişinin, tek adam olduktan sonra “onları unutması” en büyük endişeleri. İşte Pensilvanya kaynaklı son basın saldırısı bu bağlamda kendini, cemaatin gücünü hatırlatmadır. Oysa ne Nedim Şener, ne de Ahmet Şık yazdıklarıyla AKP iktidarına zarar vermişlerdir. Fakat Pensilvanya’yı kızdırmışlardır. Onların tutuklanması, seçim arefesinde AKP’nin hiç de işine gelmez. Nitekim bu tutuklamalar AB ve ABD’de AKP aleyhine bir havanın doğmasına neden olmuştur.

Bu negatif etki gözler önündeyken, “Oda TV” tevkifatında savcılıkta sorgulanıp serbest bırakılan bir gazeteci hanım ortalığı karıştırmakta gecikmemiştir. İklim Hanım'ın, "sabıkalı" Deniz Baykal tarafından taciz edilmesi savı, bu olayı partinin örgütten sorumlu Genel Başkan Yardımcısı’na anlatılması, onun da, Oda TV sorumlusuna telefonla olayı nakletmesi, deyim yerindeyse “teknik takibe” takılmasıyla, herşey savcılığın himmetiyle ortalığa dökülmüştür.

Bu “varan bir”dir. Kampanya boyunca buna benzer ne haberlerle karşılaşacağız. Birçok yazımda altını çizdim. Önümüzdeki seçimde de Beşiktaş Adliyesi belirleyici rolünü, bihakkın, yerine getirecektir. İçinde bulunduğumuz “iklim” koşulları rüzgârın oradan eseceğini göstermektedir. Gelelim, bu “ahval ve serait” dâhilinde ana muhalefetin Cumhuriyetin banisinin ne yapacağına. Pensilvanya’yı suçlayacak mı yoksa sadece “savcı”ları yargıya vereceğini söylemekle mi yetinecek.

CHP’nin ileri gelenleri hala karşılarında “gerici” bir koalisyon olduğunun farkında değiller mi? Bu seçimde sadece AKP ile yarışacaklarını zannediyorlarsa yanılırlar. 12 Haziran’a kadar, birçok "iklim"le karşılaşacaklar. Sadece onlarla mı yoksa ABD kökenli cemaatle mi mücadele edeceklerine bir an karar vermeleri şarttır.

Olaylara yalnızca Deniz Baykal ekseninden bakmak aymazlıktır. Çirkin bir kampanya başlamıştır. Başbakan olayın üzerine hemen atlamıştır. “Balık baştan kokar” özdeyişini çekinmeden kullanmıştır.

Unutmamamız gereken şudur: 12 Haziran seçimi Cumhuriyet’e kasteden en önemli bir virajdır. Olayı bu yönüyle ele almak, halka anlatmak gerekir. Sonuna sıradan bir seçim gibi bakarsanız, mücadeleyi baştan kaybedersiniz. Gerici kavramlık, bir “Tsunami” dehşetiyle ülkemizin tüm değerlerini ve kurumlarını yutmak üzeredir. Hedefleri aklı, düşünceyi sindirerek cehaletin diktası üzerine yıllarca oturmaktır. Eğer şu güne kadar bu gerçeği “idrak” edemediysek yazıklar olsun.