Ağla Çeşmim, Ağla, Durma...

Son hafta boyunca tanık olduğumuz cehalet, çağcıl değerlerden uzaklaşma ve yığınsal faşizm özlemleri, eski bir şarkının, yukarıda kullandığım ilk dizelerini anımsattı. Şarkıya değinen Damat Ferit hükümetlerinin baş destekçisi, Telgraf ve Posta “Müdürü Umumisi” Refik Halid. Akıcı Türkçesiyle yansıttığı anıları, kronikleri ve de mizah yazıları günümüz kuşaklarına çok şey öğretir. Hele yalaka ve yanaşma, liberal bozuntusu aydınlara adeta bir ders kitabıdır. Liberalizmin ihanete varan aymazlığını en güzel açıklayan, gerçek liberal kimliğiyle Refik Halid’dir.

Her neyse… Gelelim bu yıkımı, çözülmeyi yansıtan şarkı sözünü bana yineleten, hatta ürküten olaylara. Hepimizin bildiği gibi faşizmin kitle tabanı gerek Almanya’da, gerekse İtalya vb gibi ülkelerde de kanıtlandığı gibi “lümpen” yığınlardır. Bu yığınlar hamur gibi yoğrulur, abes yani akla ziyan her türlü cehaletle sokaklara dökülür ve şimdi ülkemizin yaşayan son “emir”inin işaretiyle ülkemizde de ayağa kalkmışlardır. Bu, neredeyse doksan yıllık Cumhuriyetimizin vardığı noktadır. O nedenle üstü örtülü ya da açık “ağla çeşmim, ağla, durma” ağıtı duyulmaya başlanmıştır.

Kökten dinci Hizbullah vb müebbet hapis hükümlüleri, garip ve yanlış bir yorumla “tutuklu” sayılarak serbest bırakıldılar. Yanlış kararı hukuk “ulema”sının değerlendireceği inancıyla (?) tartışmayacağım. Değinmek istediğim bu “kökten dinci”lerin çıkıştaki sevinçlerinde “Tekbir”i halayla karıştırmalarıdır… Hatta bu kadarla kalmamaktadır. Yıllardır dikkat ediyorum bir kişi “Tekbir” diye bağırıyor. Kalabalık “Allah” diyor. Oysa çok sevdikleri aşikâr olan Osmanlı'da Tekbir, üstad Itrî’nin ulviyeti yansıtan nağmeleri ile söylenirdi. Şimdiki “İmam-Hatipli”ler bunun farkında bile değiller. Olsalardı böyle davranmazlardı. Ne diyelim cehalette balık gibidir baştan kokar.

Kanıtı mı? Son, Kars’taki “İnsanlık Anıtı” olayı. Önce Mehmet Aksoy’un daha tamamlanmamış anıtına “ucube” denildi. Kültür Bakanı bu sözü tevil için diller döktü ama Malezya’dan “müdevver” Hoca Davutoğlu, Şeyhülislam edasıyla “Yıkıla” fetvasını hemen veriverdi. Sormak isterdim kendisine, “Sayın Ertuğrul Günay yerinden memnun musun?”

Reis’in tutumu böyle olunca bir bölük “lümpen” hangi belediyeden getirmişlerse, Mehter takımının serhat marşları eşliğinde, bu kez, “Muhteşem Yüzyıl” dizisine taktılar, “istemezük”, “tarihimizi çarpıtıyor”, “vatandaş, tarihine sahip çık” naraları ile diziye yer veren kanalı protesto ettiler… Ettiler de acaba tarihimizi biliyorlar mı? Kuşkum yok ki bu sorunun yanıtı hayır’dır. Sarhoş, deli padişahların varlığından haberleri var mı? Halifelerin şarap içtiğini yeni mi fark ettiler. Ne var ki bu cehaleti inkar etmemiz mümkün değil. Futbol kulübü başkanlarını bir solukta ezbere sayan yığınlar TBMM Başkanının adını bilmiyor. Franko’nun, Salazar’ın dikta düzenlerinin bir taklidi ile adeta karşı karşıyayız.

Eskiden ABD vatandaşlarının kültür düzeyini tanımlarken “az gelişmiş” deyimini tereddütsüz kullanırdım. Ne yazık ki 70 milyon vatandaşın ortalama kültür düzeyi için onu bile kullanamayacağım. 1930’lu yılların son çeyreği ile 40’lı yılların sonuna değin Samsun, Kayseri, İstanbul ve Adana’da ilkokul ve lise öğrenimimi tamamladım. Bugün, Cumhuriyetin ilk çeyrek yüzyılının eğitim düzeyinin çok gerisindeyiz.

Kitap okumuyoruz… Kitap okumayı, bir anlamda, ulusal baskı sonucunda suç sayıyoruz. Kitap, dergi yasakları, yazarların sürgüne gönderilmesi, hapsedilmesi “ahval-i adiye” olarak nitelenmektedir. Osmanlı döneminde “Evrak-ı muzurra” sayılan dergi ve kitaplar ancak yabancı postahaneler kanalıyla ülkeye girebilir, gizli okunurdu. Cumhuriyet döneminde durum değişti mi? Biraz. Ama darbelerde ya da “terörist” araması sırasında bulunan yasak kitap ve dergiler her fırsatta televizyon ekranlarında silah ve bombalarla yan yana gösterilmiştir. Kitap ülkemizde suç unsuru olarak nitelenmiştir. Çünkü cehalet iktidarlar için en büyük destektir.

Topkapı Sarayında İdil Biret’in konserini basan grubun gerekçesi “içki içilmesiydi” bilmiyorlardı ki Padişah Deli İbrahim, saraydaki havuzda yüzen çıplak ceriyelerine inci atarak demleniyordu.

“Muhteşem Yüzyıl”a yönelik saldırılar, Kars’taki daha tamamlanmamış anıtın “ucube” diye nitelenmesi tehlikeyi fark ettirmiştir. Şimdi sıra Hitler’in dolayısıyla Nazi Partisinin muzır kitap yakma şölenlerine geldi. “Yetmez ama evetçi”ler, “Liberal kuzular Hasan Cemal, Mehmet Barlas ve yoldaşları, Altangiller, üstü örtülü “Taraf” şurekası “hindi gibi” düşünmeye başladınız mı?…Geleceği nasıl görüyorsunuz. Bu konuda bir bavul istihbarat belgesi geldi mi? Bilelim.

Bu manzara önümüzdeki altı ayın nelere gebe olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Önümüzde “netameli” günlerde kalemimizle, emeğimizle, duyurabildiğimiz her alanda “Hayır, buna izin vermeyeceğiz, birleşeceğiz, direneceğiz ve de kazanacağız” inancını ve de umutları yeniden yükseltmekten başka seçeneğimiz yok... Belki bazı okurlarımız kızacak ama doksan iki yıl önce söylenen marşın ilk dizelerini yineleyeceğim. “Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar”. Hep beraber tek yürek, başka bir umarımız yok. Hele “ağla çeşmim, ağla, durma” yılgınlığı bize hiç yakışmaz.