AB rüyası çökerken

Ekonomik ve sosyal planlamanın heyecanlı döneminde, yani Özal’ın başbakanlığına kadar, AET (Ortak Pazar) üzerinde çok tartışıldı. Zaman zaman birçok hükümetin düşü oldu. Bir ara müzakerelerde fasıllara geçilmesiyle araba plakalarına 12 yıldızlı mavi AB logosu bile işlendi. Başbakan Brüksel dönüşünde, Melih Gökçek’in gündüz havai fişek gösterisi yapmaya kadar vardıran bir coşku ile karşılandı. Şu anda AB’den sorunlu bir bakanımız hala var. Ama ekonomiye aşina olanlara bir soralım: “Bu Avrupa kulübüne, Avro sistemine girmek ister misiniz?” Verilecek yanıt, hep birlikte hayırdır.

Bir zamanlar sürdürebilir bir ekonomik büyümeye sahip olan Yunanistan yerlerde sürünüyor. Ünlü ekonomik değerlendirme kurumlarının ülkeye verdiği not, (ccc)den ibaret. İtalya, İspanya, Portekiz’in durumu da farklı değil. Ancak konuşmak gerekirse tek kazanan Almanya ve bir ölçüde Fransa.

Ortak para birimi AB’nin ölüm fermanıdır. Çünkü, ortak para ülkeler arası gelişme düzeyi farklı olan ülkelerde, güçlü ekonomiyi daha da güçlendirmiş, neredeyse tek söz sahibi kılmıştır. İtalya’da, sermaye yanlısı Berlusconi’nin gazetesi “4. Reich” başlığı atmıştır. Bilinir ki Hitlerin Nazi Partisi kurduğu düzeni “3. Reich” şeklinde tanımlamıştır. İşin ilginç olan yönüde Merkel bu nitelemeyi hak etmektedir.

Bizde iki çılgına kalsaydık çoktan Avro bölgesinin üyesi ve kaybeden ekonomileri arasında olurduk. Sözünü ettiğim iki çılgın, Çiller – Karayalçın, bir gecede gümrük birliğine sokarak Doğu Asya ve Güney Asya, Çin ve Hindistana yönelik ilişkilerimizi adeta sınırlamışlardır.

Şurası açık bir gerçektir, böylesine çılgın projelere sahip olan hükümetler bile bir noktada durmuşlardır. Şimdi AB’nin bugünkü görünümde “Nasıl bir tehlike atlattığmızı düşünerek” tahtaya vuruyoruz.

Almanya’nın, Fransa’nın desteği ile (Sarkozy dönemi) gerçekleştirdiği bu finansal dominasyon şu anda Avro ülkelerinin, 10 trilyonun (Avro) çok üstünde bir mali yükümlülükle karşı karşıya bırakmıştır.

Çeşitli kamu hizmetlerini gerçekleştirmek amacıyla bu hükümetler, Almanya ve Fransa bankalarına borçlanmışlardır. AB’deki “Borç Krizi”nin gerçek yüzü budur. Berlusconi’nin gazetesinin “4. Reich” başlığını atmasına pek hakkı olmasa da, yine de iyi bir niteleme olduğunu kabul etmemiz gerekir. Çünkü gidiş o istikamettedir.

Uçuk siyasetçilere itibar etmemekle Türkiye doğru yolu seçmiştir. Bu tercihini biraz da geçmiş deneylerine borçludur. Bilindiği gibi Kırım Savaşı Osmanlı İmparatorluğu açısından bir dönüm noktası. Bu dönüşümlerin hayırlısı vardır. Florence Nightingale ile hemşirelik mesleği ile yakından tanışmak gibi. Hayırlı olmayan ise Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin Osmanlıyı kredi yağmuruna uğratmasıdır. Sonuç Duyunu Umumiyedir. Osmanlının dış ilişkilerdeki bu yanlış tutumu (Düveli Muazzamaya dayanma) Cumhuriyet dış politikasının tabiri caizse, ana ilkesi olmuştur. İsmet Paşa’nın ünlü sözü bunu anlatır: Büyük devletle birlikte olmak ayı ile yatmaktır.

Nereye kadar? AKP’nin Hariciye Nazırı Davutoğlu’na kadar. Eğer Davutoğlu o dönemde Hariciye Nazırı olsaydı. Türkiye hem Musul sorununda, hem de İkinci Dünya Savaşı'nda başını belaya sokar, AB’ye de balıklama atlardı. Malum ya… Kendisi derin strateji uzmanı.


Not: Olimpiyat oyunlarını izlerken, ister istemez ABD ve Çin gibi ülkelerin propaganda gösterisini seyrettiğimiz izlenimim her geçen gün büyüyor.