Yetmeyenler Kendilerine mi Mazoşist, Halka mı Sadist?

Anayasa Referandumu öncesinde solculuk ne kadar da kıymete bindi! Bir yandan solculuk adına demokrasi tanımlamaları ve reçeteleri ortalığı doldurdu bir yandan da, egemenlerin solculara çektirdiği acılar etkileme gereci oldu.

Doğrudan burjuva demokrasisini kullanan egemen sınıfların sözcü ve iletişim organları hiç bu kadar ak olmamıştı. Şaşırtıcı olan liberal demokratların utana çekine solculuk adına çırpınışları.

Yetmezmiş Ama!

Neden yetmiyor, daha mı istiyorlar? Daha doğrusu, “daha ne istiyorlar”?

Sermaye sınıfının egemenliğine ve onun egemenlik örgütü olan Devlet’in bütün kurumlarının emekçilere karşı güçlendirilmesi ve donatılmasına yarayacak her şeye HAYIR demiyorlar. Dertleri güçleri “demokrasi”. Nasıl bir demokrasi olduğuysa belli değil.

Sanki (sınıf egemenliği ve baskıcılığından bağımsız) “sivil” yargı var da, askerler sivil yargıda yargılanacaklar diye seviniyorlar. Bu anayasa değişikliği metninde milliyetçilik ve askeri hegemonyanın güçlenmesini engelleyen ne var?

Devlet’in, yani sermayenin hegemonya örgütlenmesinin tek baskı ve yönetme aracı ordu mu da, ona zarar verecek her şeye sevinip onun gücünü elinde toplamaya çabalayan faşistlerin güçlenme çabasına HAYIR demeyelim.

Ne var bu değişikliklerin kapsamında?

Madde 10’daki değişiklik kadınlar için yapılacak düzenlemelere eşitlik gerekçesiyle karşı çıkılmasını engellemeye yönelik. Kadınları iş hayatından “ev”e hapsetmek doğrultusunda kullanmayacaklar mı bunu? Bu bile yetmiyor mu?

Madde 20’yi okuyunca, gizli dinleme aygıtlarıyla donatılmış, bütün telefonları dinleyen, her türlü ileri teknoloji aracını kullanıp dilediğince sahtekarlık yapabilen, CIA ajanlarıyla aynı ofisten yönetilen, 2 yılda 5000 internet sayfasını kapatan, bütün istihbarat kurumlarını Reis’in emrinde toplayıp daha da güçlendiren, özel ordu kurmaya kalkışan, itiraz eden karşı çıkan, konuşan herkese hakaret eden zorbaların sözüne güvenip “Ah ne güzel kişisel bilgilerim artık korunacak” mı sanalım?

Madde 23’teki değişiklikle hakim kararını koşul olarak koymalarından ne güvenlik duyayım? Bu değişiklik yalnızca vergi kaçakçılarını ve borçlularını kollamak için değil mi? Bunun neyi yetmez? Yol paraları da kamu kaynaklarıyla mı karşılansın?

Bugün yapılan bir sürü maskaralık, sahte belgeler ve gizli tanıklıklara dayandırılan hakim kararı ile gerçekleştirilmiyor mu? Bunu, bugün eski askerlere ya da ulusalcı savcılara yapıyorlar diye sevinecek kadar safdil miyiz?

Madde 41’deki değişikliklere neden gerek duyulduğunu kim açıklayabilir? Hüseyin Üzmez daha kolay çalışabilsin diye yapılıyor olmasın bu değişiklik? O yaratığın yaptıkları da mı yetmedi?

Madde 51, işçilerin tek bir sendikaya üye olma zorunluluğunu kaldırıp sendikaları daha da güçsüzleştirmenin yolunu açmaktan başka neye yarayabilir. Neden yetmesin? Daha ne yapsalardı?

Madde 53, kamu görevlilerinin grev yasağını pekiştirmiyor mu toplu sözleşme hakkını Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na devretmiyor mu? Bakanlar Kurulu’nun, bir bakanın yerine bir memurlar kurulunu geçirmek mi toplu “görüşme” yerine “sözleşme” dendiğinde de yetmiyor mu? Buna HAYIR demeyecek kadar “liberal” mi olduk? Çalışanların grevli toplu sözleşmeli sendika haklarını hep savunmadan nasıl demokrat olunabilir? Bu bir sınıf savaşımı aracı ve bunu zayıflatan bu gibi her girişime karşı çıkmak bir insanlık görevi. Bu da yetmez demek neyin nesi? Madde 54 çok cılız da olsa bir kazanımdır diye, bütün öteki gerici ve faşist girişimlere nasıl göz yumulabilir?

Madde 74, daha önceki “dilekçe hakkı yasayla düzenlenir” kuralının yerine, dilekçeyi iktidarın seçeceği Kamu Denetçisi’nin incelemesi kuralı getiriyor diye bir değişiklik mi olacak?

Madde 84’e göre artık Anayasa Mahkemesi’nin kapatacağı partilerin milletvekilleri görevini sürdürecek diye sevinmek emekçilere ve sosyalistlere mi düştü? Bu yetmiyorsa başka ne isteniyor?

Madde 94’te yapılan değişiklikle artık TBMM Başkanlık Divanı ikinci kez seçildiğinde o dönemin sonuna kadar görev yapsın istiyor. Bu mu demokratik aşama? Yetmese de evet mi?

Madde 125’te önce orduda barındırılmayan tarikat ve cemaat tilmizlerinin önünü açmaya yönelik olduğunu görmemek için aptal olmayı gerektiren bir değişiklik girişimi var. Cellatlarınıza demokrasi yetmez, lütfen evet deyip diz çökün!

Yoksa, bu değişiklikle emekten, aydınlıktan, bağımsızlıktan, bilimden, demokrasiden yana olduğu için ordudan tasfiye edilenlerin (?) mi önü açılıyor? Hizbullah, Hamas, El Kaide, Menzil, her türlü Nurcu, vb demokrat oldular, başkalarının demokratik haklarına saygıyı ilke edindiler de biz mi uyanamadık? Onlar sokakta dolaşmasın, orduda çöreklenip çanımıza ot tıkasınlar diye bu da mı yetmez?

Arkasından takkeyi düşüren değişiklik girişimi geliyor. Yargı idari karar ve tasarruflarla ilgili davalarda “yerindelik denetimi” yapamasın artık istiyorlar. Bunu neden istediklerini de bağıra çağıra açıklıyorlar, özelleştirmeleri istedikleri hızda yapamıyorlarmış. Verdikleri ÇED olumlu kararları yargıdan dönüyormuş. Nereye pisleseler, birileri gelip yaprağı kaldırıyor, olanı biteni herkes görüyormuş. Hayır, istiyorlar ki artık bu işte kamu yararı yoktur gerekçesiyle dava açılamasın, bu yönde yargı kararı verilemesin. Yetmez ama diyenler de onlar gibi mi düşünüyor?

Bir takım sarılı-morlu liberaller de bizi ikna etmeye, mahkemeler tazminatın miktarına müdahale ediyorlardı da, bu değişiklik bunun için yapılıyor diyerek bizi kandırmaya çalışıyor. HAYIR efendim. Bakanları, köşe yazarları “Yetmez ama Evet” ya da “Anayasa Değişikliğine Evet, AKP’ye Hayır” diyen liberallerden çok daha dürüst, çok daha mert, çok daha açık sözlü. Onların dertleri, yapıp ettiklerine karşı yargıdan medet umamamamızı sağlamak.

Kamu görevlilerinin gerçek bir toplu sözleşme hakkı mı var ki, Madde 128’e HAYIR demeyelim?

Madde 129’da da büyük bir sosyal hak elde edilecek, uyarma ve kınama cezaları da yargı denetimi kapsamına alınacakmış. Birileri bizimle dalga geçmiyorsa bunun önemini bir açıklasa.

Madde 144’te neyin değiştiğini de birisinin açıklaması gerekli. Eskiden daha kıdemli hakimlere de araştırma, inceleme ve soruşturma yaptırılabilirken, değişiklik gerçekleşirse artık, hakim ve savcı mesleğinden iç denetçiler yapabilecek bu işi. Yani, bir yargıcı daha kıdemli bir yargıç değil, Bakan’ın Cuma’lardan tanıdığı yeni bir hakim, hatta savcı soruşturabilecek. Bu da mı yetmez?

Madde 145, beni Mamak’ta yargılayan sıkıyönetim düzenine karşı demokratikleştirici bir değişiklik getirmiyor.

Ama, Devlet gücünü paylaşamayan Cumhuriyetçiler ile Hilafetçiler arasındaki gerilimde ikincilerin elini güçlendirmeye yönelik.

Sahi ben kimden yana durayım?

Madde 146’nın tarikatçı faşistlerin yargıyı ele geçirme planı dışında bir açıklaması var mı? TBMM halkın temsilcilerinden mi oluşuyor da, Anayasa Mahkemesi onların yazdıklarını bozup duruyor?

Madde 147’yi değerlendirebilmek için bugünkü Anayasa Mahkemesi üyelerinin hangilerinin 11. yılında olduklarını ve bir yıl sonra Mahkeme Kurulu’nda kimlerin egemen olacaklarını bilmek gerekli. Bunu yapmaya ancak ulvî bir inanç ve şeytani bir zekâ gerekir. O da libewral demokratlarda yok ne yazık ki.

Madde 148’in, yurttaşların bütün hukuk yollarından geçtikten sonra Avrupa Adalet Divanı’na gidebilme yolunu uzatma kastı olmasın sakın? Kanunla düzenlenecek bu hakkı kullanmadan, elbette Avrupa’ya gidemez kimse. Onun ne kadar zaman alacağı da, artık yeniden düzenlenip itikatı güçlendirilmiş olan Mahkeme’nin insafına kalmayacak mı? Yetmezse araya bir kurum daha koyarlar, her yıl Avrupa İnsan Hakları davalarından ötürü yüzlerce milyon euro ödemekten kurtulmak için düşündükleri cinlik te mi yetmez?

Madde 149’da çalışılan, Anayasa Mahkemesi pratiğinde demokratikleşme nerede gizli? Ne olur birisi anlatsın. Geçici Madde 18 de bunun yolunu yapıyor.

İşte demokrasi Madde 156’da ve de 157’de. Askeri Yargıtay’ın yargıçları hakimlik teminatıyla yetinip, askerlik hizmetlerinin gereklerini umursamayacak. İyi de, birden aklıma geldi, onlar hangi davalara bakacak ve kimi yargılayacak? Yok yok, bu da demokratikleşme için yetmez gibi duruyor. Birileri bizi, geçmişte baskı, zulüm ve hegemonyaları için kullandıkları Ordu’ya duyduğumuz yürek kırıklığımızdan yakalamaya çalışıyor. Ordu zayıflarsa demokrasi güçlenecek demeye getiriyor. İyi de bugün ananı da al git diyen, internet sayfalarını kapatan, bütün basın yayın organlarını tekeline alan, bir partinin bütün yöneticilerini hapiste tutan, Karadeniz’e güneydoğu yerine Gürcistan’dan işçi devşirmeye soyunan Vali Beyler ve ikinci karınızı Kürtlerden alın diye talkım veren Belediye Başkanlarının üzerinde kurulu olan güç Ordu’da mı “sivil”(?) iktidarda mı?

Madde 159, AKP iktidarının kendisine asi davranan HSYK’yı yeniden yapılandırma planı. Geçici Madde 19 da bu işi hızlandırmanın yolunu döşüyor. Bu apaçık. Bu gerçekleşirse yargı daha bağımsızlaşmayacak, daha bağımlı olacak. Bu da açık. Yetmez mi? Bakalım bu değirmene başka kimler su taşıyacak?

Madde 166 ile iktidar, sermayeyi kamu planlarına müdahale edebilir kılabilmek için yeni bir kurum düşünmüş. Yasayla biçimlendirecek ve yetkilendirecekmiş. Nesine sevinelim bunun?

Geçici Madde 15’in kaldırılmasının 12 Eylül Darbecileri’nin yargılanmasını sağlamaya yetmeyeceğini anlamak için bu metni okumak yeter. Gelin bir kez daha okuyalım.

Bir kere bu madde, 12 Eylül 1980 darbesi yapıldıktan sonraki döneme ilişkin. Darbe yapıldı diye kimse yargılanamayacak! Bu madde o dönemde çıkarılmış kanunları da korumuyor, bu nedenle de maddenin kalkması o kanunları geçersiz kılmıyor. O kanun ve kararnameler geçerli idi ise, neyle suçlanıp yargılanacak bu zorbalar?

Bu kadar zorbalık ve cambazlıktan sonra zorda kalınsa evet denebilecek en demokratik(?) madde, Madde 26. Ayrıntıya boğulmayıp, kafa yormayın, iyiyle kötüyle uğraşmayın, birazı evet birazı HAYIR diye zorlamayın, yetmez ama demeyin, bütün maddeleri bir tek sözcükle niteleyin, evet deyiverin diyor, bu madde.

Yetmezmiş ama!

Ne olur bir karar verin, kendinize mi mazoşistsiniz emekçi halka mı sadist?

Elbette ki, sermayenin iktidar örgütü Devlet’in güçlerini bir elde toplama kavgasında taraf olmaya HAYIR. Elbette, burjuva demokrasisini bile bir yana itip onun yerine tarikat faşizmini koymaya yönelik her girişime HAYIR. Elbette, bütün demokratlara, bütün emekçilere, bütün insanlara canlılara ekosisteme düşman olanlara karşı her fırsatta, her platformda HAYIR. Var mı, ikircikli davranmak? Onlar aralarında tepişirse halka, devrimcilere, yurtseverlere, Cumhuriyetçilere, bana, doğaya bir şey olmaz diye düşünülebilir mi? HAYIR. Şimdi zamanıdır demokrasi içinmiş gibi yapıp dönsem mi diye düşünmeye de, HAYIR. Faşizme HAYIR. Emperyalizme köle olmaya ve İşbirlikçiliğe HAYIR.

Ama var ikircikli olanlar. Bunlardan biri sarılı morlu bir siyasal parti. Soldaki boşluğu doldurmak için örgütlendiklerini ve ne teslim olmak ve ne de direnmeyi amaçlamadıklarını, değiştirmeye talip olduklarını savlıyorlar. Programları 9 sayfa, 153 paragraf, 429 satır, 3687 sözcük ve 27177 harften oluşuyor. Bu kalabalığın içinde bakın hangi sözcükler hiç geçmiyor: masteryalizm, diyalektik, burjuva, emperyalizm, kapitalizm, sosyalizm, devrim, cumhuriyet, ulusal, yurtseverlik. Evet bu sözcükler programda hiç kullanılmamış! İşçi, küreselleşme, açlık sözcükleri bir kez ama, umduğunuzdan farklı anlatımlar için kullanılmış. Sınıf ve emekçi sözcükleri yalnızca iki kez akıllarına düşmüş. Ama, sivil(4), sendika(14), yurttaş(16) ve halk(8) sık sık başvurdukları terimler. Yeter mi? Solcu olunmak zorunlu mu? Öyle görünmek kolaylıklar sağlayabilir, göreviniz kolaylaşabilir. Ama, solcu olmak bu dil ile, bu beyin ile olanaksız. Bu kültür solcu, sosyalist olmaya YETMEZ. Aması maması yok yetmez ve yetmez.

Küresel emperyalizmin siyasal kültürü size yeter. Ama bize yetmez. Biz işçi, sınıfının siyasal kültürünü yaşamayı sürdüreceğiz. Öteki bize yetmediği için HAYIR.