Yazardan bir özür

Geçtiğimiz hafta Nahid Sırrı Örik'in Sultan Hamit Düşerken romanı üzerine yazmıştım. Osmanlı'nın son dönemini anlatan bu romanın 1946'daki ilk basımında Sultan Hamit adının, Kızıl Sultan'a sempati duyanlarca tercih edildiğini ama karşıtlarının Abdülhamit dediklerinden yola çıkarak ve Fethi Naci'nin bir kez daha aşağıda alıntıladığım sözlerinin de etkisiyle Örik'e “ demek ki Sultan Hamid sevdalısı” demiştim...

Hatırlayalım Fethi Naci şöyle yazmıştı:

“Nahid Sırrı Örik'in tutumu, İkinci Meşrutiyet'ten ve İttihat ve Terakki'den, Sultan Hamid'den söz açan öteki romancıların tutumlarına hiç mi hiç benzemiyor: İttihat ve Terakki'nin zorbalığına karşı çıkıyorlardı o romancılar ama hiçbirinin aklından 31 Mart'ı sevimli göstermek ya da Sultan Hamid'i tutmak geçmiyordu; oysa Nahit Sırrı Örik'in gönlü de, kafası da Sultan Hamid'den yana. Ne var ki Balzac'ın kralcı oluşu toplumsal gerçekliğe nesnel gelişmesi içinde vermesine nasıl engel olmamışsa, Nahid Sırrı'nın Sultan Hamid'den yana olması da toplumumuzun belirli bir tarihsel kesitini bütün gerçekliğiyle yansıtmasına engel olamamış.”

Bu alıntıdan yola çıkarak şunları anlıyoruz : Bir,  elimizde son derece iyi bir tarihi roman var. İki, bu romanın yazarı Sultan Hamitçi, yani gerici, yani Meşrutiyet karşıtı, yani yani...

Ancak bizim Sadık Albayrak'la sohbet ederken Sadık'ın dikkatimi çektiği üzere Fethi Naci'nin bu saptamasını nesnel veri kabul etmek ne kadar doğru... Durup düşünmek lazım.

Ortada çok iyi  bir roman var ve Fethi Naci'nin Marx'ın Balzac yorumundan esinlendiğini görünce, tamam ya, bu kadar, yazdım oldu deyivermek ne tatsız...

İşte rahatsız etti bu savsaklığım beni... Neme lazım hortlar gelir Nahid Sırrı, korkarım...

Onun için beni mutsuz eden bu  çalakalemliği düzeltmek gerek...

Yine Sevgili Sennur Sezer'in Evrensel'deki 19 Mart 2015 tarihli Nahit Sırrı Örik üzerine yazdığı yazıda Örik'in bir yazar olarak görmezden gelindiğinden söz etmesini eklemek lazım.

“Nahit Sırrı Örik öykü ve romanlarında Osmanlı'nın son dönemindeki Cumhuriyet döneminde geçiş sürecindeki insan ve toplum ilişkilerini gerçekçi ve yalın bir anlatımla kaleme alır. Eski yaşantının kalıntılarını, silinmekte olan töreleri ve insan tiplerini, “kibar tabaka”nın maddi ve manevi düşkünlüklerini işler. Nahit Sırrı Örik'in yazarlık yaşamında geri planda kalışının sebeplerinden biri de bu tür anlatılarındaki döneminin siyasal tercihine aykırı olan tarihe bağlılığıdır. Dönemin homofobisi ya da Nahit Sırrı'nın cinsel tercihleri de onun ön plana çıkamayış nedenleridir.”

Yazarla ilgili biraz bilgi

Nahit Sırrı Örik, 1895'de doğuyor. Paşa torunu. Babası Hukuk Mektebi hocası ve ayrıca Shakespear'den iki oyun çevirmiş, okuyan yazan bir kişi. Örik dönemin ruhuna uygun olarak önce özel dersler alıyor  sonra Beşiktaş'ta Afitab-ı Maarif Rüşdiyesi'nden mezun oluyor. Sırayla İngiliz ve Fransız okullarında okuyup Galatasaray'a giriyor ancak bu tarihten itibaren okuduğu hiçbir okulu bitiremiyor. En son hukuk okumaya başlıyor onu da yarım bırakıyor.

Ben okulları yarım bırakanlara tuhaf bir sempati duyarım, Örik'e de duydum.

Devam edelim,  Örik, Birinci Dünya Savaşı'nda yurt dışına çıkıyor. Epey bir dolaşıyor. Milli mücadele yıllarında Kemal Tahir'in Kamil Bey'i gibi memleketine dönmüyor. Dönüşü 1928'i buluyor. Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başlıyor, sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nda mütercim olarak çalışıyor. Varlık dergisinin çıkmasına katkı yapıyor. 1960 yılında ise ölüyor.

Selim İleri ise Zaman gazetesindeki  köşesinde Fethi Naci'nin aksine, “yazarın herhalde en çok okunmuş eseri Sultan Hamid Düşerken'de, II. Abdülhamid  otuz iki yıllık saltanatının artık yorgun düşürdüğü, ağır hastalık geçirmiş, yıpranmış, çökmüş, bitkin, yine de bıyık ve sakalı boyalı portresiyle belirir. Romancının Abdülhamidçilere ve Kızıl Sultancılara o kadar uzak, istihzalı yaklaşımı düşündürücüdür.” der.

Fethi Naci ise  Nahit Sırrı'yı hiç sevememiş...

Sennur Sezer'in yazısından devam edelim şöyle tanımlıyor Fethi Naci “Ben Nahit Sırrı Örik'in daemonic (kötü ruhlu, şeytani) bir yazar olduğunu düşünüyorum. Yapıtlarında insanın yıkıcı, kötücül güçlerini öne çıkarmaktadır hep. Onda güzelliğin içinden bile kötülük ve acımasızlık çıkıyor gibidir.”

Belki de yıllar önce okuduğum romanı bir kez daha bugünkü gözlerimle yeniden okumalı...

Son olarak birkaç hatırlatma...

Kemal Bekir, muhteşem Kanlı Düğün'ün yazarı, Sultan Hamid Düşerken romanını 1976 yılında Düşüş ismiyle oyunlaştırmış. Büyük ilgi görmüş oyun.

Sonra 2002 Cumhuriyet Kitap'ta yazma sebebim olan Ziya Öztan'ın sinema uyarlaması.

Sonra efendime söyleyeyim 2009 yılında Nahid Sırrı'nın Kıskanmak adlı romanı Zeki Demirkubuz tarafından sinema filmi yapılmış.

Mır mır mır okuyalım yeniden okuyalım  bari...