Yağmurun altında

Yaşıyoruz. 

21. yüzyılı yaşıyoruz. Bir önceki yüzyılın başlarında umutlarla bezeli yeni, mümkün, eşit ve özgür bir dünya düşü, giderek uzaklaşıp kendini siyah bir tülün ardına gizler oldu nicedir. Belirsizlik, yalan ve talan gölgelerinin kıyısında... Çaresizce, çıldırasıya bir umutsuzluk yapıştı hepimizin yakasına.

Canımız yanıyor. Evet. Dünya kocaman bir ceviz olduğundan beri, bazı yangınlar karanfil elden ele gibi uzanıp gidiyor bir kıtadan öbürüne. Doğru. Deniz kabukları yerine minik bedenler kıyılara vuralı beri ülkesinden sökülüp alınmış yüzbinlerce insan daha görünür oldu sanki. 

Melih Cevdet'in Yağmurun Altında adlı şiirinde demesi; “Yirminci yüzyılı yaşadım/Parlak suyunda boğulmuş sahipsiz/İnsan yeryüzünde durur, bulutlar/Bulutlar düşümüzde doludizgin/Soylu bir çılgınlıktı gündemimiz.” kırık dökük de olsa, lime lime de edilse, kekemeye çalan bir tınısı da olsa anlık ışık çakımları arasında kalan ışıltılı toz bulutları nice yürekleri, nice yiğitleri insanlığa soylu bir yazgı yaratmak için eyleme davet etti. 

Davetleri kabülümüzdür, dediler.  İşte onlardır yüreğimizdeki ufacık ışık çakımlarının sebebi. Kapkara zifiri bir karanlık içinde insanlığımızdan utanana utana boğulmaya yüz tuttuysak, bir başka gelecek mümkün, limanını bize gösterendir onlar. 

Gerçeklik çok mu acı? Onun için mi edebi laf salataları içinde el yordamı ile bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Mümkündür. Hakikaten, zihinlerimize kazınıp kalan kıyıya uzanmış uyuyan  bebecik fotoğrafını hangi içki bize unutturabilir.?  Hangi şarkının,  hangi kitabın, hangi ahkam kesişlerin bir anlamı vardır artık? 

Yaşamımızın bundan sonrasında koyu bir gölge olarak vicdanımızın kıyısına yerleşecek ve  omuzlarımızı alabildiğine çökertecek işte bu yavrunun sonsuz uykusudur.  Bu uykularda çoğalan umutsuzluğumuz, utancımız, öfkemizdir. Böbürlene böbürlene kapitalizmin geldiği son noktadır. Kar hırsının sonsuzluğu, her şeyin alınıp satılabilir bir mal derecesine düşürüldüğü, petrol pazarlıklarında yeni halifelik ordularının türetildiği, her bir boş alanın avm yapılacak gözlerle süzüldüğü emperyalist gözlerdir bunlar.  Çakmak, çakmak... Bazısı apaçık; buyurgan. Bazısı utangaç kırıtkan ama hepsi de eninde sonunda tiran... 

Kucağımızda ölü çocuklarımız hangi köşeye gömelim diye baktırandır onlar. Umut çalıcılar, hayat yıkıcılardır.  Gebe kadınlar Evropa'nın sınır kapılarında çocuk doğururken, umacı gibi korkulan mültecilerden biri olduğundan ambulansa bile alınmaz mesela. Öte yandan CERN'de tanrı parçacığının ardına düşer insanlık. Büyük sorular sorar, en basit soruyu yanıtlayamamışken biz. 

Tüm bu yalan, dolan, talan niye var? 

Niye aç olmaya mahküm birileri? Birileri niye yavrularının ölülerini toplamaya zincirli, niye? Niye onca altınçağ geçmemiş gibi en baştan başlıyoruz her şeye, niye? 

Aynı taşı Sisyphus'la canhıraş taşıyormuşuz hissine kapılıyoruz sürekli.. Niye?  

Lime lime...  Kapitalizm ve vaad ettiği dünya projesi lime lime. Her yanından dökülüyor. Kötü bir kıyamet filmi gibi... 

Ah, şöyle bir tekme sallayan olaydı... 

Ah şöyle bir süper kahraman geleydi.

“Martılar gibi yağmurun altında”