Yağmur, Çocuklar ve Diğerleri...

“Büyürüz...

Nasıl olduğunu anlamadan, çocuk düşlerimizin sıcak yatağındayken, uyku mahmuruyken, yastık izleri yanaklarımızı bırakmamışken büyürüz.

Büyümek bir yolculuktur.

Bilince doğru yol alırken, biriktirdiklerimiz demlenmeye bırakılır.

Bu yolculukta bizim farkına bile varamadığımız yüklerimiz kalbimizin derinliklerine yerleşmiştir.

Annelerin ninnilerinde suya düşen Ayşelere, yedi başlı ejderhalara, pamuk şekerlerine, zıpzıplara, çemberlere, sakız çıkartmalarına, evciliklere tutuna tutuna büyürüz.

Her günün doğuşu sanki tek bir günün doğuşuna dönüşür. Güneş, üzerimize içinde yaşadığımız anda vurur yalnızca. Diğer güneşleri hatırlamayız bile.

Çocukluk giderek uzaklaşan bir liman olur; belli belirsiz bir gülümseme dolaşır dudaklarımızda. El sallayarak giden, görünmezleşen o limandaki herkesle vedalaşırız.

Büyürüz.”*

 

Ama büyümez hüzünlü çocuklar.

Bu çocukların, çocuk gibi büyüyememesi hepimizin omuzlarında ağır bir yük değil mi?

 

Çocuklarla ilgili eğlenceli, şenlikli bir yazı yazmak boynumuzun borcu olsun fakat, çocuk nüfusunun neredeyse 23 milyona dayandığı ülkemde çocukların durumu her geçen gün sanki daha da kötüye gidiyor. Gelecekleri belirsizleşiyor, çocuklarla dolayısıyla gelecekle ilgili kaygılarımız an be an artıyor.

İstatistiklere ne gerek.

Her şey ortada değil mi?

Çocuk işçiler, Suriyeli kayıp çocuklar, bombalar altında korkuyu bekleyen minikler bu tabloda yer alamıyor bile.

Ya diğerleri, belli bir “şansa” sahip ötekileri?

 

Hani çocukların anaokulundan lisesi, olmadı üniversitesi ailelerin üstüne kabus gibi çöker oldu. Ellerinden tutulup oraya buraya çekiştirilip duruyor ötekileri. Kamu okullarındaki cin peri korkusu bir yandan, özel okullardaki reklam piyasası öte yandan, her türlü kursa yetişme telaşı beri yandan sürekli bir koşuşturma içinde  yavrular,  çocukluğun gamsız denizlerinde dinlenmeleri ne mümkün.

Ha babam de babam, Alice Harikalar Diyarı'ndaki tavşan gibi saatle hemhal olmuşlar.

 

Ötekilerinden, berikilerine geçtiğimizde.

Belki ülke tarihimizin en karanlık ve utanç verici sayfasını oluşturacak Ensar istismarları var. Hani kocaman bir Türk bayrağının utanca örtü olarak kullanıldığı. Bir nesnede merkezileşen iktidarın hepimizin sırtına koca bir kambur olarak oturduğu.

Çaresizliğin, yoksulluğun ve ardından gelen teslim oluşun; rıza, zor, teslim oluş ve tükenişin resmini çizdiği, yüz karamız olan.

Herkesin bildiği de, bir türlü söyleyemediği, sustuğu, üç maymunu oynadığı.

Kral çıplak naralarına kulakların tıkandığı.

Ve muktedirlerin itibar kazandırma gayretkeşliği içinde zor unutulacak fotoğrafları bir biri ardına verdiği.

 

Bir kentin susması

Bir ülkenin susması.

İçin için çürümesi.

 

O değil de, ben Spotlight'ı yazacaktım. Hani, duyduğum kadarıyla Hacettepe Üniversitesi'nde gösterimi yasaklanan filmi. Oscar ödüllü olan. Gerçek bir hikayeden uyarlanmış, bir ecnebi sansar hikayesi olan Spotlight'ı.

 

Öncelikle bu filmde gazeteciler var.

Katolik klisesindeki çocuk istismarı haberilerini  konu alıyor. Gazeteciler, engellere rağmen haberin araştırmasını derinleştirdikçe, Katolik klisesindeki yozlaşmanın boyutu karşısında adeta boğuluyorlar. Aslında onlarca  istismar vakasını  bilip de bilmeyen, görüp de gözlerini kapayan din görevlileri fotoğrafının yanısıra Katolik klisesi rahiplerinin yüzde 6'sının istismarcı olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorlar.

 

Ancak bu haber kovalama süreci hiç de dikensiz gül bahçesine girer gibi olmaz. Her türlü ve her koldan üstünü örtme çabaları, kol kırılır yen içinde kalır yaklaşımı, göz dağı verme girişimleri, bir kereden bir şey olmaz aymazlığı, itibar koruma refleksleri  pek bir tanıdık biçimde sürüp gidiyor. Papalığın etekleri kiri örtmede son derece heveskar ve elbette etkili. Papalığın etekleri geniş...

 

Yoksul çocuklar, parçalanmış ve kırılmış çocuklar tanrı gibi gördükleri pederlerin ruhani dokunuşlarıyla tuzla buz olan çocuklar...

Büyüdüklerinde kimisi alkol, kimisi uyuşturucu bağımlısı, kimisi sosyopat, kimisi öfkesini kendinden çıkaran, ama hepsi yitiktir. Büyük bir kısmı ise  büyümeye fırsat bile bulamamış; canlarına kıymışlardır.

 

Sonuç mu?

Sonuç, filmde bir gazetecinin söylediği gibi:

 

“Bir çocuğu yetiştirmek için de, bir çocuğa tecavüz etmek için de koca bir köy gerekir.”

 

“Oysa, beş yaşındaki bir çocuk yeni pantalonu ve ayakkabıları ile mutluluğu en çok hak edendir. Bilyeleri de olmalı, zıpzıpı da, çemberi de” ve kocaman gülüşü de...*

 

 

* Akıntıya Karşı Aziz Nesin, Seyir Yayınevi, 2004