Sultan Hamit düşerken

Geçtiğimiz günlerde bizim Sadık Albayrak, bugünlerde İttihat Terakki’den söz eden çoksatar romanlar ortalığı kaplarken, hem gerçekçi bakış ve değerlendirme hem de kişileri, dili ve kurgusuyla güçlü bir roman okumak istiyorsanız, Üç İstanbul’u okumalısınız, diyerek roman üzerine nefis bir yazı yazmıştı. Yazıyı okuduğumda yıllar önce Cumhuriyet Kitap'ta yayımlanan Nahit Sırrı Örik'in Sultan Hamit Düşerken romanı üzerine yazmış olduğum yazı aklıma geldi. O dönem yönetmen Ziya Öztan'ın sinemaya uyarladığı filmiyle gündeme gelen romanı bir kez daha anımsamak pek fena olmaz diye düşündüm. Çünkü elbette kötü romanlar üzerine vıdı vıdı konuşmak, verip veriştirmek bana da iyi gelmiyor.  

Zor beğenir, kaknem nanemolla olmayı kim ister ki üstelik...

Neyse efendim, uzatmayalım, sadede gelelim.

Nahit Sırrı Örik'in romanı, ikinci basımında “Abdülhamit Düşerken” diye ad değiştirmiş. Çünkü sultanın sevenleri ona Sultan Hamit derler imiş. Demek ki, yazar Sultan Hamit sevdalısı imiş, kitabın ikinci basımında  İttihatçıların kullandığı ad verilmiş romana. Demek ki o zamanlar Abdülhamit sevdalıları bugünkü kadar çok değilmiş. Yazık olmuş yazarın ad seçme özgürlüğüne, heyhat! (Bunu da bir köşeye not edin, benim yazarıma ne yapmışlar...)

Dedim ya, zevzeklik edesim var demek ki, bir türlü sadede gelemiyorum.

Geldim.

Sizi de kendimi de ciddiyete davet ediyorum. Lütfen, rica edeyim.

Sultan Hamit Düşerken, 1908 Temmuzu'nda başlar. 31 Mart'ın bastırılması için Hareket Ordusu'nun Ayestefanos'a (Yeşilköy) girişiyle, Nisan 1909'da son bulur.

Bir düşüş romanından söz ediyoruz. Adından da anlaşılacağı üzere bir dönemin kapanması ve yeni bir dönemin açılması sırasında keskinleşen çıkar ilişkilerini, iktidar boşluğunun yarattığı salınımda yeni iktidar odaklarının inşasını, hacıyatmazları, rüzgarı kollayan ve ona göre yön belirleyen siyaset erbaplarını, hızla akan zamanıns armalında oradan oraya savrulmaları, sözünü ettiğimiz dokuz aylık süreçte anlatır bize roman.

Romanda birçok gerçek kişi var. Ancak romanın ana karakterleri olan Mehmet Şahabettin Paşa, Nimet Hanım ve Şefik Bey kurmaca karakterler. Ne var ki, bu kurmaca karakterlerin gelgitleri, ve temsil ettikleri sınıfa özgü davranış biçimleri romanın tarihsel gerçekliğini pekiştiriyor.

“Zat-ı şahane son dakikada Meşrutiyet'in iadesine irade buyurdular. Meclise de mazbata hazırlatıp taktim edildi.”

Rafa kalkan Meşrutiyet, ikinci kez ilan edilince, halk hürriyeti selamlamak üzere sokaklara dökülünce,  saraylara, konaklara doğru akışın önü kesilemeyince konakların azametli kapıları ardında bir telaştır başlar.

Konaklardan birine gideriz.

Kırk yıllık devlet memuriyetinden İttihatçılar tarafından men edilen Mehmet Şahabettin Paşa'nın konağıdır burası. Mehmet Şehabettin Paşa Osmanlı bürokrasisinin tipik örneğidir. Yaşamı boyunca iktidar olmuş Paşa, ölmeye yakındır ama iktidar tutkusunu yenip köşesine çekilmeyi bir türlü içine sindiremez. Oysa İttihat ve Terakki'nin gazetesinde Maliye Nazırlığı döneminde üç büyük borçlanmadan rüşvet aldığını belgeleyen yazılar çıkmıştır. Haliyle eski rejimi temsil eden simge olarak okların ilk elden hedefidir. Kızı Nimet Hanım'ın rüşvet ile ilgili soruna eli ayağı titreyerek şöyle yanıt verir.

“Her üç istikrazın müzakeresinde bana on paralık rüşvet teklif edilmedi. Edilseydi reddederdim.

Her seferinde müzakere bittikten sonra , mukavelelerin iradesi çıktıktan sonra borcu veren müessese  müdür mümessilleri, müzakereleri idare etmiş olanlar gelip bir çek takdim ettiler. Daima bir zarf içinde.Hatta ilk seferinde  ne olduğunu bilmeden açmıştım. Miktarları gazetede namussuz herifin söylediği miktarlardı. İlk seferinde reddetmek istedim. Amma reddetsem ne faydası olacaktı? Mukavele imzalanmıştı. Reddetmekten hasıl olacak fayda, memleket evladından birinin cebine girecek ve onun birtakım hayır ve hasenatta bulunmasına imkan verecek surette zengin edecek olan bir paranın Frenkler, Hıristiyanlar elinde kalması olacaktı.”

Uzun bir alıntı oldu ama pek tanıdık değil mi sizce de. Mevki tutkunu, yozlaşmış bir Osmanlı Paşası'nin adeta ne yaptığının ayırdında bile olmamasını işaret etmesi açısından önemli kuşkusuz. Paşa, elinden malını mülkünü alacaklarını düşünerek hop oturur hop kalkarken, imdadına konaklarda büyümüş, zeki, eğitimli, siyasetten erkeklerden bile çok anlayan, iktidar tutkunu kızı Nimet Hanım yetişir.

Osmanlı yönetici sınıfının düşkünlüklerine fevkalade bir örnek olan Nimet Hanım, Meşrutiyet'in ilanı sonrasında tevkif edilerek malına mülküne el konulan Abdüllatif Paşa'nın oğlu ile yapılmış nişanını süratle bozar. Neden mi?

“Çünkü azledilmiş, kordonları apoletleri sökülmüş, mahkemelerde sürüklenip hüküm yedikten sonra zindana atılmış bir kaynata ve bütün istikbali mahvolmuş bir koca istemiyordu.”

Ayakların baş olması Nimet Hanım'ın oturup kaderine razı olacağı anlamı taşımaz. Mallarını ve şereflerini İttihat ve Terakki'den korumak, kendi konaklarının yağmalanması ve babasının tevkif edilmesini önlemek için babasına Servet-i Fünun gazetesinde yayımlanmak üzere  hızlı bir tekzip yazdırır, ve gazeteye bizzat kendi götürür.

Ve banko! Gazetede romanın üçünkü karakteri İttihatçı Şefik ile karşılaşırız. Tabii Nimet Hanım da karşılaşır. Köylü çocuğu İttihatçı Şefik, zeki, güzel konuşan ve pek alımlı paşa kızına vurulur. Talat'ın hemşehrisi ve en yakın arkadaşı Şefik'in önünde İttihat ve Terakki'nin estirdiği fırtınadan ışık dolmuş günler uzanmaktadır ne de olsa.

“ 10 Temmuz zaferinden sonra İttihat ve Terakki'ye akın akın girmeyi münasip bulan -işler aksi istikamet alırsa akın akın çıkmaya da hazır -birçok insanın etraflarını sardığını görerek kendilerini gittikçe daha kuvvetli saymışlardı.”

Şefik'in Mehmet Şahabettin Paşa'ya damat olmak hevesi Nimet Hanım kadar onun simgeledikleri tarafından da kamçılanır.

“Ancak bu kararda birtakım menfaat düşünceleri de müessir olmamış değildi. Bu fevkalade zeki ve güzel kız Sultan Hamit devrinde kurulmuş en büyük servetlerden birisine sahip denen Mehmet Şahabettin Paşa'nın tek evladı idi.”

Elbette tamamen duygusaldır kararı.

“Ve İstanbul, bütün konakları ve tekmil yalıları ile temmuz güneşi içinde parıl parıl parlayan sokaklarında muhteşem arabalar ve denizlerinde yaldızlı kayıklarla muşlar dolaşan İstanbul, zengin olunca hayatın çok daha başka bir mana, tasavvur edilmez bir güzellik ve müstesnalık kazandığını nice muzaffer ihtilalciden sonra kendisine de çarçabuk fısıldamıştı.”

Romanda, Şefik'in düşüşü ve ülküsünden vazgeçişi, inanılmaz nedensellik bağı ve ayrıntı zenginliği ile adım adım örülür. Son derece tutkulu, güçlü ve hırslı bir karakter olarak çizilmiş Nimet Hanım'ın ellerinde  değerlerinden, geçmişinden ve geleceğinden bir bir vazgeçen Şefik, sadece Teşkilat'tan değil kendinden de vazgeçmiştir.

Dönemin ateşli devrimcisi Şefik'ten geriye çökmüş bir sistemin kukla muhafızı kalmıştır. Öyle ki, 31 Mart'ın ertesinde, gerici kalkışmayı  bastırmak ve meşrutiyeti yeniden işletmek için harekete geçen ittihatçılara karşı eski yoldaşlarını İstanbul'a sokmamak için  Abdülhamit'ten yetki isteyen bir adama dönüşür.

Okuyanın içine işleyen bu güçlü romanı okuyunuz.  Okurken de, kavgamızın şehri İstanbul'un Arnavutkaldırımlı sokaklarında kaç çift ayağın yürüdüğünü, koştuğunu, kaçtığını hayal etmenin tadını çıkarınız.

Son söz ise Fethi Naci'den gelsin...

“Nahid Sırrı Örik'in tutumu, İkinci Meşrutiyet'ten, İttihat ve Terakki'den, Sultan Hamid'den söz açan öteki romancıların tutumlarına hiç mi hiç benzemiyor: İttihat ve Terakki'nin zorbalığına karşı çıkıyorlardı o romancılar ama hiçbirinin aklından 31 Mart'ı sevimli göstermek ya da Sultan Hamid'i tutmak geçmiyordu; oysa Nahit Sırrı Örik'in gönlü de, kafası da Sultan Hamid'den yana. Ne var ki Balzac'ın kralcı oluşu toplumsal gerçekliği nesnel gelişmesi içinde vermesine nasıl engel olmamışsa, Nahid Sırrı'nın Sultan Hamid'den yana olması da toplumumuzun belirli bir tarihsel kesitini bütün gerçekliğiyle yansıtmasına engel olamamış.