Pamuk ve Cam Tavan

Taylan Kara Cuma günkü yazısında “Orhan Pamuk kitapları üzerine piyasa edebiyatının yayın organlarında kaç edebi eleştiriye rastladınız?” diye soruyordu.

Yerinde bir soru. Üzerinde düşünmeyi fazlasıyla hak eden bir soru bu. Çünkü Orhan Pamuk ve romanları üzerine olumsuz saptamalar ya da eleştiriler yapılacak olsa insanı hayrete düşüren bir “damgalama” söz konusu oluyor.  Bu damgalama, yalnızlaştırmaya; söylenen sözleri değersizleştirmeye ve giderek eleştiriyi yapanı meczuplaştırmaya kadar varıyor.  

“Kel, göbekli ve kitapları satmayan yazarların zaten herhangi bir söz söyleme hakları yok. Kitaplıklardan bu değersiz (!) zatların kitapları toplanmalı, mümkünse en karanlık çukurlara bir daha gün yüzüne çıkmamak üzere atılmalı…” Çünkü onların kitapları çoksatar değil.  Bundan mütevellit söz söylemeye hakları yok. Ve elbette çağ dışılar, ve elbette “herşey olur”lu postmodern demlerin oyun dışı kalmış omurgalı ve bundan dolayı da inanılmaz sıkıcı insanları onlar. Öyle sıkıcılar ki öfkeleri üzerlerinde topluyorlar. Öyle katlanılmazlar ki kızgın demirlerle dağlanıp, bin bir yafta ile damgalanmayı hak ediyorlar.

Joker haklarını halka sorarak kullanan kimileri için Pamuk kitapları sıkıcı ve bir türlü bitmiyor. Yarım bırakılmaya mahkûmlar. Ama ne gam, halk zaten neyi anlar, neyi sever. Çoksatarlara baktığınızda durum ortada değil mi? Öte yandan halk dalkavukluğu da olmalı, halk lavukluğu da;  hem bir tutam çoksatmalı, hem millete tepeden bakmalı. Yani? Yani ne?

Çağımız,  İlkelilik Çağı değil, ilkelerle hareket etmek bizi çember oyununda halkanın dışına iter çünkü. Halkanın içinde kalmak ve oyunu kurallarına göre oynamak her tür köşeliliği, her tür ilkeliliği reddetmeyi,  “omurgalı olmayı” telkin edenleri  ise  “fosiller” olarak sonsuza kadar yaftalamayı; başarılamıyorsa kıvamlı bir  sessizlik ve görmezden gelme ile feleklerini şaşırtmayı gerektirir.

Orhan Pamuk eleştirileri, eleştiri adı altında Nobel Ödüllü Yazarımız’ı hafif hafif okşamalıdır çünkü. Dedim ya, hele derinlikli, bilimsel, nesnel  bir eleştiri yapmaya görün görmezden gelinirsiniz. Sessizlikle boğulursunuz. Liberal tayfa sizi ölmeden mezara koyar, üzerinize de bir mum diker. Ne gerek var mahalleli ile kötü olmaya. Alan memnun satan memnun. Kara koyun olmaya hevesli leri asıverirler bacağından.  Üstelik empati ve hoşgörü korosu eşliğinde. Sonsuz bir despotizmle… Ama onlara sorarsanız onlardan “özgürlükçü”sü yoktur.

Ne diyordum. Örneğin pek güzel eylemlere imza atan, dilleri ve keskin zekâları ile kadına yönelik her türlü cinsiyetçi yaklaşımı mahkûm eden feminist arkadaşlarım.  Aşk diye diye kadınları mezara koyan zihniyetle ne güzel mücadele ederler. Aşk diye diye kadının köleleştiren yetmezse öldüren bir ataerkil kapitalist sistemdir karşımızdaki.  Bu sistem, kadını “mal” olarak gördüğünden, her tür insanî değeri pazara sürdüğünden, kadına “bayan” diye diye iliğini kemiğini sömürdüğünden,  “bekâret kemeri”nden başka bir şey düşünmüyormuş gibi yapıp bir sapkın ahlâk bekçiliğine soyunduğundan  içimizi bulandırır, tamam. Tamam da…   Sokaktaki adam vandaldır. Bıyıklıdır.

Peki ya o okumuş yazmış, “özgürlükçü”  Salon Beyfendileri? Onların yazdıkları kitaplar? Oradaki erkek dili. Cinsiyetçi dil ve bakış?

Hadi adını koyalım:

Peki, ya Pamuk’un koskoca Masumiyet Müzesi romanı ne yana düşer Usta? Zengin bir beyefendinin lise öğrencisi bir gariban akraba kızına yaptıkları hiç mi istismar suçu kapsamında değerlendirilmez.  Zengin Kemal’in üniversiteye hazırlık matematiği çalıştırdığı yoksul bakir akraba kızı Füsun’un hiç mi hakkı yoktur sizde feminist arkadaşlar? Alacaklı değil midir? İstismara uğramış değil midir? İstismarcısıyla evlenemediği için başka biriyle başgöz edildiğinden midir dikkatlerden kaçması? Üstelik, Çukurcuma tarafında açılan Türkiye’nin ve dünyanın tek kurmacadan gerçeğe dönüşmüş  “Aşk Müzesi” nam-ı diğer Masumiyet Müzesi, kimin masumiyetini simgelemektedir?

Orhan Pamuk’un Romanlarında Kadının Temsiliyeti mi? Pamuk Kadınlar mı? Geçiniz…

Bir yere kadar, cam tavan var. Cam tavan…