O An'a Adanmış...

Bakmanla görmek arasında fark var değil mi?

Bakarız, ama bazen görmeyiz. Görmek bir niyetle beraber gelir. Görmek bilinçten süzülüp damıtılır. Seçip ayırarak, fazlalıkları kenara iterek, örtüleri delip geçerek, içeriye, tam kalbine doğru bir an'a odaklanmakla ilgilidir görmek. O an'da billurlaşan tüm nedenler, nasıllar  düğümlenmiş ve çözülmüştür. Açıklığa kavuşmuştur. Sanki yağmur sonrası tozlarından arınmış doğaya sarılmak gibidir görmek.

Net, ışıltılı, geniş...

Görmenin ve başını çevirmemenin, gözünü kaçırmamanın, kirpiklerini eğmemenin, dimdik bakmanın, bakıp da delip geçmenin bedeli var mıdır?

Vardır derler.

Bunun insan olmakla alakalı olduğunu söylerler.

İnsan olmakla, insan kalabilmekle.

Örneğin Avrupa'nın sınırlarında ya da kamplarda kocaman bir kalabalıktan ibaretmiş gibi bakılan göçmenlerden bir göçmen çocuğun bakışlarıyla buluşmaktır mesela.  Bir an. Bir anda gizlenmiş tüm acıların, isyankar bir biçimde kendini dışavurmasıdır. O an'a başını çevirmemektir. Saplanıp kalmak ve o bakışlarda insanlığın dünü, bugünü ve muhtemel yarını için kocaman bir göz olmaktır.

Bütün insanlık için acı çekmek isteyen bir yaşlı bilge olmak.

Bütün insanlık için acı çekmek isteyen bir çocuk olmak.

Acı çekenlere duyulan derin sevginin ve sonsuz acıma duygusunun sağaltıcılığında kosmosta günlerden bir günü yaşadığını hissettiğin bir an.

O bir an'da, içinde şövalye zamanlarının esintisini hissettiğin bir anda, birden Bursa Hapishanesi'nin taş avlusunda Nazım'la buluvermek kendini.  Sene 1942 mesela. 

Ya da, Sivas'ta Madımak Oteli'nde , vandalların “Yan!  Yan!” naralarını  dinlerken  üstünü başını düzeltip düşmana inat, güzel ölmek için yatağa uzanıverecekken Aziz Nesin,  elini tutuverdiğin bir an.

Acı çekmek, herşeyi ta derinden duyabilme imkanı verir mi bize?

Acı çekmek duygusunu yitirip, acıları cennetlere, cehennemlere havale eden keçeleşmiş halkımız, koyun koyuna ezberlediği ilmihalleri mızrak yapıp bebeklerine mi sokar gözlerinin?

Acıda bile  sınırları aşmayan, ölçüyü kaçırmayan, yas tutmayı günah sayıp, tevekkül eden, takdir-i ilahi deyip kocaman kara bir nokta koyan, acıdan doğacak kardeşlik mertebesine ulaşabilir mi şu ölümlü yeryüzünde?

Papaz eriğini imam eriği yapmak kadar şaka mıdır? Yoksa biz başka bir gezegenin cehennemini mi yaşıyoruzdur? Zaman mekan kaymış mıdır? Hani Merkür Güneş'in kalbinde ya bu zamanlar? Tüm dilekler kabul oluyor ya işte o an fabrika ayarları falan derken, zokayı yutmuş muyuzdur? Yoksa kanıksama hastalığına tutulmuş,  keçeleşmiş yaşayan ölüler arasında kanserli hücre miyizdir?

İnsan ne menem bir şeydir? Bazı kimyaların simyaya dönüştüğü anda mı peydahlanmıştır, yoksa Mad Max filmlerine yakışır bir nükleer savaş yaşamış da sonra bu absürd tiyatro sahnesine mi düşüvermişizdir, Kilis'teki füzeler gibi?

Bakmak ve görmek.

Acı çekmek ve acıyı tanımak.

Kendisi için acı çekmek kolaydır derler bir de, önemli olan herkesin ortak acısını çekmektir. Bir an'da billurlaşmış tüm zamanların ortak nefesi olmaktır.

Dünyayı hiç tanımayanlar diyor Afşar Timuçin, kendi çiftliklerindeymiş gibi yaşarlar. Dünyanın yetkin bir bilincine ulaşmış olan kişi ise, sanki herşeyin ucuna ilişmiştir.

Dünyayı tanımayanlar. Nefis belasının peşinde günlerini heder edenler, görmeyen gözler, atmayan kalpler, ey imansız imanlılar?

İnsanın biricik duygularından olan ezilme ve hor görülme duygusu mudur bunca şaşa ve kibirin nedeni. Kibir, kendini beğenme, başkalarını hor görme, güce tapma, sonsuz güç isteme, karanlık bir pervasızlıkla, ağlaklık sarkacında gidip gelme, gelip gitme...

İşte bir an, tüm anları içine alan yekpare bir an'da, Suriyeli mülteci çocuğun gözleri ile buluşma anında Pandora'nın kutusuna sığıştırılmış kötülüklerin ardındaki sonsuz iyicilliği, sonsuz adaleti, sonsuz şenliği görme. Tüm çocukların gözünden, çocuklardan bir çocuğu seçip. Zamanlardan bir zamanı alıp, bugünün cehennemine bata çıka, dünyaya yepyeni bir görünüş vermek üzere...

Acıyı bal eylemek.

Yine mi demiş Aşfar Timuçin Özgür Prometheus'ta;

“İki şeyden birini seçmek gerekir: ya gelişmek için acı çekmek ya da acı çekmemek için gelişmemek. İşte yaşamın seçeneği, işte dünyada olma koşulunun ikilemi.”

Yani bakıp da görmek bir nevi...