Kadınlar evlenmesin

Neden kadınlara sıra gelmiyor?

Memleket gündemi ha babam de babam kabak tadı vermiş mevzularda sakız gibi uzarken, “kendine ait bir oda” meselesine bir türlü dönemiyoruz. Üstelik konuya bu şekilde giriş yapma gafletinde bulunduğumuzdan, yani “kendine ait bir oda”yı zikretmemizden kaynaklı, kentli eğitimli “beyaz” ve çalışan kadının mücadele alanı olarak tarif edildiğinden ve dahi bir nevi “şımarıklık” olarak da mahkum edildiğinden “ohoooo daha neler, oraya gelene kadar…” serzenişlerini duyar gibi oluyorum. Bir başlıkta da şöyle göğsümüzü gere gere, iç rahatlığıyla konuşamayacak mıyız? Oraya sıra gelene kadar, buraya bu olana kadar…

Hani elle tutulur bir yer olsun madem. Gerçi yukarıdaki “oda” metaforik anlamlarla tüm alanları kaplıyor ya. Sonra uzun uzun üzerinde dururuz.

Peki?!

Örneğin kadın emeği dönüştü mü?

İthal ikameci ekonomi politikaları beraberinde kadınların çalıştıkları alanları marjinalleştirdi de sanayi işçisi hep erkek mi oldu?

Erkekler ev dışında çalıştı, tek çalışanlı ailelerde görece yüksek ücretler nedeniyle kadın tamamen ev içine ve ev kadınlığına bağlı rollere mahkûm mu oldu?

80 sonrası gerçek ücretlerdeki düşüş ve işgücünü ucuzlatan esnek üretim biçimleri sonucunda kadınlar iş piyasalarına girdiler mi? Hayır mı? Yoksa kadınlar tembel mi? (Hep duyulan bir şehir efsanesidir, iş var kadınlar çalışmaz.) Dışarda çalışmak zor mu? Ev kadınlığı, çocuk bakımı, yaşlı bakımı ev içi yeniden üretim faaliyetleri kadına “evdeki melek”lik payesi mi veriyor? Zaten cennet de anaların ayaklarının altında.

Ama canım kadının çalışması, evdeki çalışmalarını bozmayacak biçimde olmalı, esnekleşmeli ve ev işleriyle, çocuk bakımıyla uyumlulaştırılmamalı, uzlaştırılmamalı mı?

Kreş parası tekstilde kazanılanla kafa kafaya geliyorsa, neden çalışsın ki kadın yani?

İşverenler ne yapsın? Kadınların yeniden üretim faaliyetlerinin getirdiği başta hamilelik, doğum izni, çocuk bakımı gibi durumlarla ilgili maliyetleri üstlenmek istemiyorlar. Ayrıca uzun çalışma saatleri, vardiyalı çalışma gibi koşullar kadınların yeniden üretim sorumluluklarıyla –evdeki melek- bağdaşmadığı ölçüde kadın istihdam etmekten kaçınıyorlar.

Türkiye’de eğitimli kadınlar çok az. Türkiye’de kadın istihdamı çok çok çok az. Üniversite mezunları kadınlar arasında yüzde 7, lise mezunları kadın nüfusunun yüzde 16’sını oluşturuyor. Ve eğitim düştükçe zaten çok düşük olan çalışan kadınların büyük oranı kayıt dışı işlerde çalışıyor.

Eğitim durumu, medeni durum ve cinsiyet çerçevesinde bakıldığında ise 20-44 yaş kentsel kadın ve erkek nüfusu oranları üzerinden değerlendirildiğinde hiç evlenmemiş ilköğretim mezunu kadın ve erkekler arasında yüzde 47 puanlık işgücüne katılım uçurumunun, evli ilköğretim mezunu kadın ve erkeklerde yüzde 82’ye fırlaması çarpıcı. Lise mezunları oranlarına baktığımızda hiç evlenmemiş kadın ve erkek arasında yüzde 15’lik işgücüne katılım uçurumu evli lise mezunu kadın ve erkekte yüzde 70’e kadar çıkıyor. Üniversite mezunlarında bile, evliler arasında bu fark yüzde 30’a çıkabilmekte. (1)

Yani durum hakikaten vahim. Kadınlar sınırlı da olsa bir dönem katıldıkları çalışma hayatından evlenir evlenmez hızla çekiliyorlar ve tam zamanlı ev kadınlığı yapıyorlar. Dolayısıyla bu çekilme beraberinde muhafazakâr politikalara açık, dış dünyaya kapalı, temizlik, çocuk bakımı, yaşlı bakımı, yemek gibi bir döngüyle sınırlanmış bir kadın profilini beraberinde getiriyor.

Kadın evlenmesin mi?

Ataerkil toplum ve kapitalist toplum güzel güzel uzlaşmış durumdalar. Birbiri içine girmiş, birbiriyle eklemlenmiş, birbirini etkilemiş bir silsile içinde kadının “özgürleşme” sürecinden sökülüp atılmasına yardımcı oluyorlar. Kadın, “ev kadını” statüsüyle hem değersizleştiriliyor hem de kadına biçilen roller nedeniyle devletin yapması gereken bakım hizmetlerinin tamamını devralıyor. Mevzu derin ve deşilesi yani...

(1) İpek İlkkaracan, "Feminist Politik İktisat ve Kurumsal İktisat Çerçevesinde Türkiye’de Kadın İstihdam Sorununa Farklı Bir Yaklaşım", Geçmişten Günümüze Türkiye'de Kadın Emeği, Haz. Ahmet Makal-Gülay Toksöz, Ankara Üniversitesi Yayınevi, Ankara, 2012.