Hâb-ı gaflet

Bazı toplumsal altüst oluşlar ve tarihteki bazı anlar simgeseldir. Üzerinden yüzyıl geçse de, içerikleri, nitelikleri ve varoluş koşulları aşındırılmaya çalışılsa, resmi anlayışların güvenli limanlarında ehlileştirilmeye ya da mahkûm edilmeye uğraşılsa da tüm gerçeklikleriyle, üstü örtülemez bir biçimde orada, durdukları yerde gülümserler. Belki üzerindeki kalın toz tabakasını temizlemek gerekir. Belki bizlerin bile gündemlerinden düşmüş, unutuluşun karanlık sularında diplere gömülmüşlerdir. Ancak bugüne dair sözlerimizi temellendirir, gerçekliği pekiştirirler.

24 Temmuz 1908 II. Meşrutiyet’in tarihi. Otokratik ve şer’i temeller üzerinde yükselen Osmanlı Devleti’nde köklü değişimlerin habercisi. Yapısal değişimlerin başlangıcı. Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğü konulması zorunluluğu ile, “tebaalık”tan, “vatandaşlık”a geçişin işaret fişeği. Merkezileşme, laikleşme, özgürleşme sürecine giriş…Detaylar çok. Ancak, eğitimde, hukukta, siyasette, ekonomide ve gündelik yaşamda pek çok dönüşümün de yaşanacağı bir eşik II. Meşrutiyet’in ilanı.

İşte, tam da yıldönümleriyle gündemimize giren bu simge tarihe tanıklık eden bir roman üzerine bir yazı okudum. Biraz “nınınnınınınnını” gibi olsa da romanın Türkçeleştirilmiş baskısı olmadığından durumum maruz görülebilir düşüncesindeyim. Handan İnci’nin imzasıyla Türk Edebiyatı Dergisi’nde Temmuz 2008’de yayımlanmış.

“Türün ilk örneklerinden başlayarak toplumsal konulara iştahla yönelmiş romancılarımızın, II. Meşrutiyet gibi Osmanlı toplumunu kökten değiştiren bir olaya ilgi göstermemesi elbette düşünülemezdi. Hem de ne ilgi… Bu elverişli malzemeyi günümüze kadar işlemekten vazgeçmedi romancılarımız. Bildiğim kadarıyla, II. Meşrutiyet’ti doğrudan konu edinen ilk roman, daha vakanın sene-i devriyesi dolmamışken yayımlanan Kadınlar Arasındaadlı kitaptır.” diye giriş yapıyor İnci yazısına.  

Öyle görünüyor ki romanın ilgi çeken yanı, kısa bir roman olmasına rağmen, Kanun-i Esasi’nin ilanı ve bu toplumsal olayın sıradan insanların yaşamlarının akışına etkisi. En azından yazıyı okurken benim merakımı fazlasıyla çeken bu. Ayrıca bir diğer çarpıcı nokta ise, erkek yazarın, Saffet Nezih’in, iki kadın roman karakterinin mektuplaşmaları üzerinden günlük hayatta olup bitenleri tüm canlılığıyla aktarması.

“İstanbul’dan Nüzhet’in, Adana’dan Sadiye’nin gönderdiği on bir mektuptan oluşan romanda, birbirine paralel gelişen iki olay vardır: Kanûn-ı Esâsî’nin yeniden ilanı ve sonrasında yaşananlar birinci düzlemi oluştururken, bu hürriyet ortamında kendi hakları ve mutlulukları üzerinde düşünmeye başlayan kadınların, birer istibdada benzettikleri evlilik ve nişanlılık bağlarından kurtulma çabaları ikinci düzlemi oluşturur. Böylece romanda II. Meşrutiyet, hem toplumsal uyanış, hem de kadınlar için bir başkaldırı fırsatı olarak işlenir.”

Çok çarpıcı değil mi?

İşte romanların belge niteliği bu olsa gerek. İki kadının üzerine abanan bağnazlık ve geleneklerin etkisi ile eşlerine ve nişanlılarına zincirlenmeleri ve “hürriyet” havasını teneffüs eder etmez, bu esaretlerini yıkıp atmaya yönelik bir güç ve güven gelmesi bünyelerine.

 

“Üçüncü Ordu ayaklanmış, Manastır, Selânik buhran içinde imiş. Kol ağası mıdır, binbaşı mıdır, kumandan mıdır ne olduğunu biraderim de pek iyi öğrenemediği bir zâbit askerle Resne’de dağa çıkarak hürriyet bayrağını açmış; ‘illâ Kanûn-ı Esâsî’ diyormuş. Heyet-i vükelâ şaşırmış, mabeyn halkı birbirine geçmiş”

“Bâb-ı Âli caddesi  kalabalıklaşıyordu. Kaldırımlar üzerinde biriken halkın çehrelerinde hep alâim-i hayret var. Belli, herkes hâb-ı gafletten uyanmış; fakat hâlâ sersem. Nedir? Ne olacak? Kimse bunu lâyıkıyla kestiremiyor.”

“Zavallı muharririn düne kadar boğazını sansürün pençesi sıkarmış. Şimdi ondan hele kurtulmuş… Ohhh! Ohhh! Ohhh! diye feryat ediyor. Biçare sahib-i kalem. (…) Meğer biz ne kadar musibetlere, fenalıklara maruz imişiz hemşire. (…) İkdam’daki o makaleyi dikkatle okumaklığını tavsiye ederim” (s.7).

Romandan çok tatlı bir bölümünü daha paylaşmadan edemeyeceğim. Ama ilgilenen okurlar yazının tamamını bu bağlantıdan okuyabilirler:  https://handaninci.wordpress.com/2017/07/24/ii-mesrutiyeti-anlatan-ilk-r...

Evvet, ne olmuş acaba 1909’da Adana’da?

“Sadiye’nin 21 Temmuz tarihli ilk mektubunda olayların Adana’da nasıl geliştiği de anlatılır. Kanûn-ı Esâsî Adana’da Temmuz’un 14. günü ilan edilmiştir. Hürriyetin böyle birdenbire kabulü ‘memurîn-i hükümeti’ dehşete düşürdüğü için önce bunun halka nasıl tebliğ edileceğine karar veremezler. Otuz senedir ‘zulm ü taadî altında ezilen bu zavallı halkta’ böyle bir müjdenin yol açacağı buhrandan korkarlar. Bu korkuya rağmen Adana yönetimi, Kanûn-ı Esâsî’nin ilanına dair yolladığı telgrafı halka duyurmak zorunda kalır. Halk bu kanunun getirilerinden habersiz olduğu için padişaha dua edip dağılmakla yetinir. Vali ve memurlar fırtınayı atlattık diye sevinirlerken ertesi gün feveran başlar. Mektepli zabitlerden Kanûn-ı Esâsî’nin ne demek olduğunu öğrenen binlerce kişi ‘adalet isteriz’ haykırışlarıyla hükümet dairesinin kapısına yığılır. Evinden çıkamaz hale gelen vali çareyi kaçmakta bulur. Mektepli zabitler halka sabır ve sükunet tavsiye ederler. Böylece Adana’da olaylar biraz yatışır. Ancak, halk ile hükümet arasındaki gerginlik ve çatışma evde, hürriyet taraftarı Sadiye ile kocası arasında da yaşanmaktadır. Aralarındaki bağ tamamen kopmuştur ama, ‘zulum ve istibdadı’ biraz daha sürdürmek isteyen kocası boşanmaya yanaşmaz. Artık sadece ‘hürriyetin hayaliyle meşgul’ olduğunu söyleyen Sadiye, boşanamazsa kaçacak, kendi deyimiyle ‘isyan etmiş bir kalb-i pâkin bütün feveranına tâbi olacak’tı.”

Böyleyken böyle.

Kadınların geçmişinde uzun bir mücadele tarihi var. Temelleri II. Meşrutiyet’le atılan. Peki bugün hallerimiz nedir?

Pek parlak değil. Hiç parlak değil.

Dişle tırnakla, önemli bir mücadele geçmişiyle kazanılan ve Cumhuriyet’le taçlandırılan haklar kemirilmeye, iğdiş edilmeye çalışılıyor. Yenice gündeme gelen Nüfus Hizmetleri Kanunu Tasarısı’nın gerekçesi zaytung haberi niteliği taşırken (Vatandaşların evlenme hizmetlerini kolaylaştırmak ve seri bir biçimde hizmet almalarını sağlamak) evlendirme yetkisinin müftülere dolayısıyla görevlendirilecek imamlara verilmesinin anlaşılabilecek bir yanı bulunmuyor. Dolayısıyla niyet okuması yapıyoruz. Ancak laiklik ilkesi ile bağdaşır yanı yok. Diğer boyut ise,  Türk Medeni Kununu’nun sağladığı güvencelerden uzak, ucu açık, belirsizliğe doğru seyreden bir kaotik ortama zemin hazırlayacak olma ihtimalidir.

Öyle ya, 21. yüzyıl Türkiyesi’nde hâlâ kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmesini konuşuyorsak, kadınlara yönelik eşitsizlikler, çok eşlilik, cinayetler, tecavüzler, çocuk istismarları hayatımızı karabasana çevirmişse... Olmaz, olmamalı, yasa geri çekilmeli.

Roman, “Kadınlar Arasında”, söylesin son sözü o halde:

“Senden aldığım mektup burada da bir hadise-i içtimaiyeye sebebiyet verdi. Hayat-ı içtimaiye-i hususiyemizde istibdad ile hürriyet yek-diğere ilan-ı harb ettiler. Şu anda münasebâtımız pek gergindir”