Bavul da Bavulmuş ha!..

İnternetin bilgi kirliliği tuzağına biz de düştük, demişler. Yenir mi yutulur mu onu sabık ve sadık okuyucuları düşünsün, düşünsün ama…

Aması var. O “ama” da öyle üç nokta ile kestirilip atılacak, ya da serbest çağrışıma bırakılacak cinsten değil.

Geçen hafta yazmıştım. Bir daha, başka bir utanç vesikası üzerinden yazayım. “Her şey olur” ise bir yazarın ya da bir derginin ilkesi, orada bir ilkesizlik vardır. “Her şeyi koy sepete” yaklaşımı, sepetteki en niteliksiz ürünün/verimin/eserin kendi damgasını bütüne vurması anlamına gelir. En sakili, bütüne rengini verir.  

Otuz beş bin dergi piyasadan toplatılmış. Hatamız büyüktü, cezamız büyük olsun demişler. Ertuğrul Özkök, Akif Beki alkışlamışlar. Örnek hareket olarak göstermişler. Şubat sayısı yeniden basılmış. Hatta Özkök, Yayın Yönetmeni ile sohbet etmiş. Özkök, eski sayıyı toplatıp yenisini yapmanın kaça mal olduğunu sormuş. 45-50 bin yanıtını almış. Ufak bir maliyet hesabı yapmış, eski sayıyı bırakıp gelecek sayıda bir özür yayınlayabilirdiniz diye öneri bile getirmiş. Ama söylendiği gibi, hata büyük ise, cezası da büyük olmalı…

“Çil çil, cash cash…”

Yazmalı mıyım bu yazıyı diyorum pat diye, yazının ortasında. Yazıyor olmaktan o kadar hoşnutsuzum yani. Ağzımda bir pas tadı. Klavyeyi bir türlü doğru basmıyor parmak uçlarım. Off diyorum, memleketin ahval-i şeraitinden daha farklı değil cahiliyenin  yayıldığı kuytular, kuytuluklar. Bir dingin su birikintisi yok ki, kokmuş her şey, çürümüş, göğermiş. Kaçacak bir saçak altı bile bırakmamışlar gibi geliyor insana, basıyor bazen. Bir an da olsa, bası basıveriyor. Boğuluyorum.  Ucuzluk her yerde, n’apalım?

Çok dergiler var. Çok emareler.

O dergiler, edebiyat dergileriyiz diyen. Sapla samanı birbirine karıştırıp her niyete yenen muz imal etmede sonsuz hünerli olduğunu düşünen. Köylü kurnazı hallerine, çerçi kıvamıyla el çabukluğu ile “sepet sepet yumurta, sakın beni unutma” sözleri iliştiren. Sokağın anlamlarını ters yüz edip, bir tuhaf cehaleti, bohemyanın muhalifmiş gibi görünen bin bir suratını ele güne karşı boyama gayretkeşliği içinde olan. Bir tuhaf yamalı bohça, renk uyumu, doku uyumu, kumaş uyumu olmayan. Ah kardeşim, bari korkuluk ol, dedirten. Dedirten ama, Rıfat Ilgaz’a “Aydın mısın?” dedirtip mevzuya karıştırdığı için yazarını mutsuz eden, utandıran…

Kafa karıştıran en açık deyimle. Nefessizliğini, öfkesini, duyarlılığını bir şeyler okuyarak kıvamlandırmak isteyen memleket gencine, öğrencisine, duyarına sörf yaptıran kafa, kol, bacak dergileri bunlar.  

Okuyucular mı: O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler…

Şimdi, yukarıdaki Özkök’lü söyleşide… Takıntılıyım ya, takılır olur olmadık kafama benim. Mer-i Kıpti şecaat arzederken sirkatin söylermiş, dememeli miyim?

Olmaz ki, böyle de yapılmaz ki…

Demiş ki Ekşi’den böyle tatsız bir yazıda Bavul’a, beni gülümseten bir yazar akrotim: “Şubat 2017, sayı 17, fiyat 7…  3 tane 7 ile, 7 düvele sübliminal mesaj vermiştir.

Amaaan diyorum. Siz boşverin. Dünya’nın En Güzel Arabistan’ından, Geyikli Gece’yi mutlaka ama mutlaka okuyun. Temizlenirsiniz, arınırsınız, hafiflersiniz…

Gerisi lafügüzaf…

(…)

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa

Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak

Gümüş semaverleri ve eski şeyleri

Salt yadsımak için sevmiyorduk

Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz

Ne iyiydik ne kötüydük

Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa

Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı

(…)