Başka âlem isteriz

Geçtiğimiz günlerde anlı şanlı bir profesör yazdığı bir mesajda “her askere karşı bir HDP milletvekili indirelim” mealli bir şeyler demiş. Aaaa dedim. Hemen sözlüğe koştum ne demekmiş indirmek diye. Sözlük dediysem lafın gelişi, google'dan TDK'yı arattım. Kızım bak bi dedim, nedir indirmek. Anlamları alt alta sıraladı sağolsun: 1) Yüksekten, sarp ve kötü yerden veya yukarıdan aşağıya inmesini sağlamak 2) Bir taşıt veya binek hayvanından aşağıya almak 3) Fiyat azaltmak, düşürmek 4) Hızla vurmak 5) Kapamak 6) Kırmak, tahrip etmek... Eş anlamları ise azaltmak, ceplemek, dokumak, düşürmek... Sözlük bakmayı oldum bittim severim.  Profesör'ün ne dediğini pek anlamamış olsam da,   bir arkadaşımın ısrarlarıyla artık bundan sonra “iyi düşün iyi olsun” felsefesini benimsemiş olduğumdan ilk ve ikinci anlamları kastettiğini hissettim. Aydınlandım...

Şimdi de bu kelime ile ilgili cümle kuruyorum işte. Gerçek bir cümle. Örnekle eylemin birliğinden biten bir cümle... (Bitmek ne demek peki?) 

“Gözüme bir perde indirdim.” Evet, evet tam da bu.  Kutsal kitaplardaki metin başlangıçları gibi... Onlar ki gözlerine perde indirilenlerdir, falan denir ya.  İşte ben, bunu kendim, bilerek, bizzat yaptım. Kendi perdemi kendim indirdim. Kafamı resetledim. Yeni tabirle fabrika ayarlarına döndüm. Böyle denir değil mi?  Hani şu karikatürdeki gibi... Akıllı adam diyor ki, Allah zihin açıklığı versin... Deli adam da kafasındaki huniyle gayet anlamlı bir biçimde soruyor: Sebep? 

Sürekli sebep, sebep, sebep demek istiyorum mesela... Her türlü laf kakafonisine sebep diyerek çiftetelli oynayasım var. Bir gülme geliyor böyük sıfatlı adamlar konuşunca... Afedersiniz bi de konuşuyorlar, diyor içimdeki sebep deyip duran pırtlatan bal. (Olmadı mı? Pırtlatan bal'ın yerine ne koyacağım aklıma gelmiyor, düşünmek istemiyorum. Aziz Nesin'i hatırlıyorum. İyi ki göçmüş diyorum. Ya da keşke yanımda olsaydı da ikimiz birden sebep deyip deyip göbek atsaydık diyorum)

Ne mi yapıyorum? İyi düşünüyorum, iyi olmasını istiyorum. Sudoku'nun tabii. Son bir hafta ila on gündür sebep, dememin yanısıra başımı kaldırmadan sudoku oynuyorum. Öyle böyle değil. Nasıl bir kendinden geçiş. Nasıl bir haz içinde yüzüş. Nasıl bir tutkulu sudoku çözme isteği... Ben böyle bir şey yaşamadım. Şu yaşıma geldim böyle şey görmedim. 

Kötü haber, on günde iki Akşam gazetesi aldım. Affedin. Gülay Göktürk ve Mahçupyan'a maruz kaldım, kabul. Kabul ama, o ne güzel sudoku sayfasıdır o. Nasıl güzel sıralanmış: Çok kolay, kolay, orta ve çok zor... 

Her yeri 1'den 9'a kadar sıralanmış rakamlar olarak görüyorum. Her yerde satırlar ve sütunlar var. Gece sinsi sinsi su içeceğim diye uyanarak sudokunun başına çöküyorum. Son bakışta aşk gibi bir rakamı yakalasam gerisi gelir diye düşünüyorum.  Bir elimde ucu kalemtraşla sivriltilmiş -ama güzelim gazeteyi delmesin diye çok sivriltilmemiş - kurşun kalemim, bir elimde silgim... Habire rakam kovalıyorum, heyecanlanıyorum... Uykularım bölünüyor ama vazgeçmiyorum. Tek saadetim, tek tesellim, boş çerçevenin içine yerleştirdiğim tek resim: sudoku... (Akira kukikoro dedim şimdi mesela içimden. Hayırdır inşallah?!) 

Neyse uzatmayayım. Yediğim içtiğim sudoku... Dedim ya elimde bir kalem, bir silgi... Silmekten gazete sayfası soldu, yıprandı... Daha yumuşak uçlu kalemler bulmam lazım.. Bir de o kadar aşk ile bağlandım, o kadar iyi düşünüyorum ama bi türlü rakamlar kendini göstermiyor. Bugüne kadar sadece bir “çok kolay”ını hatasız bitirdim... 

Bu işler bu kadar kolay değil yani...

Boyacı küpü değil, sok çıkar olsun...

Sabır gerek, iğneyle kuyu kazmak gerek...

Kendimi hamster (Sisyphos değil) olarak görüyorum. 

Elimde kalem, silgi...  Arkalarından kovalıyorum... 

Yoruluyorum.

Ama vazgeçiyor muyum? Hayııır!

Ama vazgeçecek miyim? Hayıııır!

Vermeyecekler alacağım... 

Biliyorum...