Amok Koşucusu

21. yüzyılın eşiğinde, 2000'e bir kala  neredeydin hatırlıyor musun?

Ardımızda yaşlı, yaslı ve yorgun bir 20. yüzyıl bırakıp “milenyum'a! milenyum'a! Çığlıkları atılırken dört bir yanda,  o yılbaşında neredeydin örneğin?

Nasıl bir yılbaşı kutlaması yaptın?

Yeni çağdan neler bekledin? Neler diledin, hatırlıyor musun?

Ben hatırlıyorum.

Madem yeni bir çağ önümüzdeki deyip gecenin on ikisinde Süreyya  Sinemasında  Yüzüklerin Efendisi filminin ilkini izlemiştik. Dört kişi idik koca salonda. Bizden başka kimse yoktu elbette.Tuhaf bir tercihti, kabul. Ama hatırlanıyor işte.

Milenyuma selam çakarak buyur ettik kendilerini.

Eşit, özgür ve mutlu bir dünya dilemiştim ben.

20. yüzyılın acıları arkada kalsın istemiştim.

Gerçi içimde bir diken ince ince batmakta idi.

Kapitalizm zafer çığlıkları atıyordu çünkü. Küreseleşme furyası bir süredir dillere pelesenk olmuştu üstelik. Diyorlardı ki, artık yeni dünya düzeni ile dünya başka türlü olacak. Tüm günahlarından arınmışlardı çünkü. Devasa sosyalizm deneyimleri için için ve domino taşları gibi çökerken kullanıma sokmuşlarda  yeni dedikleri  dünya düzenini.  Anlı şanlı kapitalizm zaferini ilan ediyordu işte.

Milenyum. 8 Ağustos 1999 yılından bir Milliyet gazetesi haberinde şöyle demişler mesala.

“Milenyum bin yıllık bir zaman dilimidir. Teologlar ve sosyal bilimcilere göre ise Milenyum çok daha özel bir anlam taşıyor ve yeni bir çağın başlangıcı, mücadelelerin ve acıların ortadan kalkacağı, barış, adalet ve mükemmel uyumun en yüksek derecede hakim kılınacağı 'yeryüzünde bir cennet' inancını içeren çağı simgeliyor.”

Vay vay, sizi gidi sosyologlar, sizi gidi teologlar sizi...

Neredesiniz?

Şaka bir yana yine de gülümsetti bu haber beni. Demek ki, herkesin istediği kırmızı pabuç.

Peki şimdi, güzel miyiz?

Eğleniyor muyuz?

Hayır!

Bin kez hayır.

Şu aralar şiddetle alakalı kitaplar okumam gerekiyor ya, içim bayılıyor ama gerçeklikten kaçılabilir mi?

Kaçılamıyor yazık ki.

Deli gibi kitaplar arasında kaybolmaya da gerek yok üstelik.

Önüm, arkam, sağım, solum sobe.

Kapitalizmin  zaferi budur çünkü: şiddet, korku, ölüm ve karanlık.

Bugün neyi vaadediyor anlı şanlı emperyal ülkeler dünya halklarına?

Milenyum janjanları döküleli çok oldu.

Ellerindeki kanın, bombanın; dillerindeki yalanın; eyleyişlerindeki talanın sonu yok gibi. Ali Cengiz oyunları çok anlamayanlara, medet umanlara, boş bulunanlara...

Bugün dünya kapitalizmi bir amok koşucusudur artık.

Önüne geleni yere seren bir ölüm makinasıdır. Korkutucu.

Gözlerimi kapasam, ışığı açsam gider mi acep?

Yoksa kendimi mi kandırmış olurum.

Dünya kapitalizmi eşiği bir kere aştı.

Cehenneme giden taşlar “yeni dünya düzeni” “küreselleşme” diye diye döşendi.

Amok koşucuları her yerde.

Emperyal kapitalist devletler güçlerinin son damlasına kadar hesap kitap tanımaz bir biçimde gezegenimizdeki iyi, güzel, mümkün olan her şeyi yerle bir etmeye kararlı.

Ama önce sırça köşklerinin dışındaki, çok uzaktaki ötekiler- yerliler kesilip biçilip doğranacak.

“Portekizli bir gezgin tüccar 1516'yılında  Java'da sürdürülen bir gelenek hakkında şunları not etmişti: ' Ağır hastalandıkları zaman Tanrı'ya eğer iyileşirsem hastalıktan çok daha şerefli bir ölüm yolu seçeceğim, diye ant içiyorlar. Ayağa kalkar kalkmaz ellerine bir pala alıp sokağa fırlıyor ve önlerine kim gelirse, kadın, erkek, çoluk çocuk dinlemeden öldürüyorlar. Delirmiş gibi etraflarına saldırıp kendileri öldürülene kadar başkalarını öldürmeye devam ediyorlar.' Yerliler için amok elbette felaket demekti. Ama her an böyle bir felaketle karşılaşmaya hazırdılar. Herkes kurban edilebilir, herkes bir gün kan kokusu alıp etrafına saldırabilirdi. Birçok köyün gerektiğinde başvurulan 'amok yakalayıcıları' vardı; halk büyük çatallarla veya kanca uçlu mızraklarla kudurmuş amok koşucularını kendilerinden uzak tutmaya çalışırdı.  “ *

Eşik nicedir aşıldı. Amok koşucuları üzerimize üzerimize geliyor.

'amok yakalayıcıları' nerdesiniz?

Neredesiniz?

*Wolfgang Sofsky, Dehşetli Zamanlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s.45