Üniversitelerimizden 'Reis- Rektör' manzaraları

15 Temmuz kalkışmasıyla gelen “lütuf” sayesinde, aralarında çok sayıda ilerici, devrimci akademisyen ve öğrencinin bulunduğu binlerce insan üniversitelerden uzaklaştırıldı. Bu büyük kıyımın yanı sıra birçoğu için soruşturma ve yargı süreci yürütülmekte. Bilim insanları sadece işlerinden edilmekle kalmadılar, belirsiz bir süre için meslek yaşamları da son buldu. İş bulamayan ve açlıkla karşı karşıya kalan bu gencecik insanların bazıları onurlu bir ölümü onursuz bir yaşama yeğledi. Mahkeme kapılarında süründürülen öğrencilerin okuma hakları ellerinden alındı.

Türkiye’de akademiyi iktidarın ve adına “öğretim görevlisi” denilen iktidar yandaşlarının yaşam alanı haline getiren ve emir-kumandayla işleyen bir kuruma dönüştüren bu uygulamalarda başlıca suçlu siyasal iktidardır. Ne var ki, yeni sistem, üniversite özerkliğini, bilimi, bilimsel çalışma ve araştırmayı bir kalemde silerek, yönettikleri üniversiteleri bir iktidar organına çeviren, kendilerini de emirerliğinden başka bir şey olmayan “reis-rektör”lüğe yaraşır bulan bazı rektörler aracılığıyla hayata geçirilmektedir.

Yaşananlar, yaygınlığı itibariyle, Türkiye’de, 12 Eylül uygulamalarını anımsatmakta, hatta onları da aşmaktadır. Biraz daha yakından bakıldığında ise Nazi Almanyası ve Mussolini İtalyası dönemlerinde akademik yaşamdaki pratiklerle benzerlikler göze çarpar.

Martin Heidegger, döneminin bazı felsefi akımlarını etkilemiş ünlü bir Alman felsefecidir. Diğer bir özelliği ise üniversitelerdeki faşist uygulamalar çerçevesinde Hitler ve Nasyonal Sosyalist partiye verdiği destektir.

Hitler ve Nazilere sempatisi 1930lu yıllarda başlayan Heidegger, Hitler’in iktidara gelmesinin hemen ardından Nazi Partisi üyesi olur ve 1945 yılına dek üyeliğini sürdürür. Hitler’in iktidara gelişinden sadece üç ay sonra Freiburg üniversitesine rektör olan felsefeci, rektörlük söylevinde üniversite özerkliğine karşı çıkar, “halkımızın gelecekteki tarihsel yürüyüşü başlıyor!” diyerek öğrencileri ve öğretim üyelerini Nazi rejimini desteklemeye çağırır.Daha sonraki konuşmalarında da üniversite-devlet içiçeliğini savunur. 21 Ağustos 1933’de Heidegger Freiburg’a Führer ilkesini getirir.Bu ilkeye göre, rektörü artık üniversite öğretim üyeleri değil, Nazi Eğitim bakanlığı seçecek ve rektör üniversite yaşamının tüm alanlarında mutlak yetkili bir “führer-rektör” olacaktır. Artık Heidegger de Freiburg’un “Führer-rektör”üdür. Bir aya kalmadan öğrenciler üzerinde ırkçı temizlik yasası uygulamalarını başlatır.Üniversitenin mali kaynakları, burslar artık “Marksist ve Yahudi” öğrencilere değil, Aryan, SS ya da SA üyesi olanlara verilecektir.

22 Aralık 1933’de Baden Eğitim bakanına mektup yazan Heidegger, profesörlük başvurusu yapanlar için bir ölçüt önerir. Seçilecek öğretim üyesi, eğitim alanında Nasyonal Sosyalist iradeyi en kararlı biçimde yürütmelidir. Bunlar yetmezmiş gibi el altından muhbirlik yaparak öğrencilerinin ve iş arkadaşlarının kariyerlerini yok etmeye girişir. Bu kişiler arasında 1953’de Nobel Ödülü kazanan kimya profesörü Hermann Staudinger, Eduardo Baumgarten, Nazi karşıtı olduğu için Heidegger’in dersine girmeyi reddeden Max Müller sayılabilir.

Acı olan, burada sayamadığımız birçok kıyıma karşı, Alman akademi topluluğunda Nazizme karşı önemli bir protestonun yükselmemesidir. 1932’de iktidara gelen Hitler’e sadece altı profesör destek verirken 1933’lü yıllardaki Reichtag seçimi öncesinde birçok akademisyenden dört ayrı destek manifestosu gelir. Seçim sonrasında ise aralarında Heidegger’in yanı sıra, G.G. Gadamer, A. Gehlen, H. Schwartz gibi ünlü isimlerin de yer aldığı bin kadar profesör Hitler’i ve Nasyonal Sosyalist devleti desteklediklerini ilân ederler. Sayıları otuzu geçmeyen yürekli, Nazi karşıtı akademisyenin bir kısmı işten atılır, bazıları emekli edilir. (1) Bazıları ise ülkeyi terketmek zorunda kalır.

İtalya’da da benzer bir durum yaşanır. Mussolini, “Korkakların İtalyasının yerini cesurların İtalyasının” aldığını haykıran Sicilyalı profesör Gentile’yi (2) Eğitim bakanı yapar. Gentile aynı zamanda Faşist Yüksek Konsey ve Faşist devletin Yüksek Halk Eğitim Konseyi üyesidir. Mussolini’nin “faşizmin felsefecisi” olarak nitelediği Gentile, Duçe’nin faşist kararnameleri çerçevesinde, 1931’de İtalyan akademisine “bağlılık yemini” uygulaması getirir. 1225 öğretim üyesinden sadece 11’i “Krala, Anayasaya ve Faşist rejime bağlılık yemini” etmeyi reddeder, bu bir avuç onurlu bilim insanı, bu davranışları nedeniyle kürsülerini terketmek zorunda kalırlar.Bu arada, aralarında yazar CurzioMalaparte, ozan, editör ve Futurizmin kurucusu Marinetti, dramaturg ve romancı Pirandello gibi ünlülerin bulunduğu 250 kişi tarafından “Faşist Entellektüeller Manifestosu” yayınlanır. Gentile’nin yazarı olduğu manifesto, İtalyan Kara Gömleklileri’nin özellikle komünistlere ve komünist milletvekillerine karşı yürüttükleri siyasal şiddeti onaylamaktadır. Bazı anti faşist aydınlar ise 1 Mayıs 1925 İşçi Bayramında “Anti Faşist Entellektüeller Manifestosu” yayınlayarak bir karşı çıkış yaparlar. Bunun üzerine Mussolini kendi akademisini kurar. Başkanlığını Nobel sahibi, radyonun mucidi GuglielmoMarconi’nin yaptığı üyeler arasında ünlü bilim adamı EnricoFermi, tarihçi G. Volpe, Mascagni, Respighi ve Giordano gibi kompozitörler ve birçok ünlü İtalyan yazar bulunmaktadır. Faşist devlete ve Duçe’ye verdikleri destek karşılığında, bu “öğretim üyeleri”ne birinci sınıfta uçma hakkı, dolgun bir maaş, “Ekselansları” diye hitap edilme gibi ayrıcalıklar tanınır. Bazıları Mussolini’ye yaranmak için kara gömleklerle derslere girerler.

Akademide izlenen iktidar yandaşlığı ve iktidara yaranma çabalarının sadece ülkemize özgü olmadığı, faşist iktidar dönemlerinde Avrupa’da da yaşama geçtiği görülüyor. Ülkemizde ve dünyada, faşizmin, yıkıcılığını herkesten önce kavramaları gereken bu akademisyen kılıklı kişilerden aldığı destekle semirdiğini, cinayetlerini ve kıyımını meşrulaştırdığı da bir başka gerçek.

Merak ettiğim şey, bugünlerde öğrencilerini polise teslim eden, üniversitelerdeki kıyımda iktidar muhbirliğine soyunan, sayısız genç akademisyenin yaşamlarını karartan, onları açlıkla, ölümle karşı karşıya bırakan, bizim “Reis-Rektör”lerin yaşamdan ne bekledikleri. Eğer bu beklenti, artık üniversite ya da bilim üretilen bir kurum olmaktan çıkmış binalarda oturup maaş almakla ve reislere yaranmakla sınırlıysa yazık onlara!

Vicdanını kiraya vermenin başka bir getirisi yok gibi görünüyor ama insanlıktan götürdükleri ise sayılamayacak kadar fazla.

Elbette anlayana…


1-Heidegger Almanya’da faşizmin yenilgisi sonrası kurulan Nurnberg mahkemesinde, yargılanan savaş suçluları arasında yer alır.Ne var ki, HannahArendt ve arkadaşı Yahudi profesör Karl Jaspers’ın yardımıyla ceza almadan kurtulur.

2-Gentile, 1944’de bir grup anti faşist partizan tarafından vurularak öldürülür.