Türkiye’den Stalingrad öyküleri

“(…)
Stalingrad dayanıyor hâlâ:
mevsim meselesi, diyorlar,
yalan,
dayanmak meselesi.
Dayanmanın ne olduğunu anneler bilir,
Bir anne gibi dayanıyor bu şehir”

(N. Hikmet)

Stalingrad’da savaş muhabiri ve asker olarak görev yapan Konstantin Simonov, Cem Yayınevi tarafından yayınlanan “Günler ve Geceler” isimli romanında emperyalist Alman ordusuna karşı Stalingrad’ı savunan Sovyet Kızıl Ordusu ve kent halkının o sarsılmaz direncini, vatan ve insan sevgisini, gencecik askerlerin başlamadan bitmeye yazgılı aşklarını şiir gibi anlatır.

Ernest Mandel ise, “İkinci Dünya Savaşının Anlamı” başlıklı eserinde, 1942-43’ün “kilit çarpışması” nın Stalingrad olduğunu, bu büyük sınai kentteki savunmanın hızla “destansı boyutlara” yükseldiğini, her Alman taarruzunda “Kızıl Ordu ve Stalingrad işçilerinin karşı taarruzunun” akınları durdurduğunu ve adım adım kenti düşmandan geri aldıklarını, bu uzun ve kahramanca direnişin Sovyet Genel Kurmayının bir karşı saldırı hazırlamasını olanaklı kıldığını belirtir.

Yarın Stalingrad Zaferi’nin 71. Yıldönümü.

Bu büyük destanı ülkemizden iki öyküyü sizlerle paylaşarak selamlamak istedim.

SSCB ve ABD’nin ortaklaşa yapımı olan “Stalingrad Müdafaası” isimli belgesel film Türkiye’de İstanbul Rus Konsolosluğunda basına gösterilir. Halit Çelenk, sınıf arkadaşı (ve daha sonraki yıllarda TİP GYK üyeliği ve DİSK genel sekreterliği görevlerinde bulunan) gazeteci Kemal Sülker ve ozan Ömer Faruk Toprak ile birlikte belgeseli seyretmeye gittiklerini, orada birçok başka gazetecinin yanı sıra büyük hayranlık duydukları Sabiha Sertel ve “gözlerinin renginde yeşil ipek bir kokteyl elbisesi giymiş olan” Suat Derviş ile karşılaştıklarını anlatır anılarında. Kenti “bina bina, duvar duvar, ev ev” savunan halkın ve Sovyet askerinin gösterdiği irade üç genç devrimciyi derinden etkiler. Gösterim sonrası davet üzerine gittikleri Sovyet Basın ataşesinin evinde ise bir sürpriz beklemektedir onları. Lamartine, Alfred de Vigny gibi romantik yazarların dolu olduğu kütüphanede Marx’ı, Lenin’i, Engels’i göremeyen gençlere şu açıklamayı yapar Yuri Plotnikov “…Biz onları okuduk, gereğini yaptık, şimdi bunları okuyoruz”.

Ne ki, belgesel, onu izlemeye gelen bir başkasının, ozan A. Kadir’in başına hiç beklenmedik işler açacaktır. “İlk göz ağrım” diye nitelediği şiir kitabı Tebliğ’in toplatılmasının ardından götürüldüğü Emniyette “Şu fincana dair şiir yazsana… Nedir o açlık sefalet, açlık, sefalet?” sorularını, “Rus Konsolosluğunda da neler olduysa hepsini anlatacaksın bize.. Ne diye gidersin ulan sen öyle Rus filmlerine?” yorumları izler. Sonunda bir şey çıkmaz ama ozan beş gün hücrede tutulur. Ayakta aç, susuz ve sigarasız.

Film çilesi bununla da bitmez. Stalingrad belgeseli 1946 ya da 47’de Kırşehir’de Halkevi sinemasında gösterime girdiğinde A. Kadir kentte sürgündedir. Rus filmiyle halkın zehirlendiğini düşünen bir stajyer yargıç ile peşine taktığı beş on kişi sinemaya gider ve afişleri yırtarlar. Olaylar sırasında evinde kitap okumaktadır ozan. Ertesi gün sokakta karşılaştığı Emniyet müdürü, sinema sahibinin olayların kışkırtıcısı olarak adını verdiğini söyler A. Kadir’e. Sinemacıya verdiği yanıtı da aktarır “Sen ne söylüyorsun yahu, dedim, o, bu filmin kaldırılmasını değil, daha yüz yıl oynatılmasını ister”.

Nazi ordusunun 13.9.1942’de başlayan Stalingrad saldırısı 2.2.1943’e dek sürer. Sovyet karşı saldırısı 19 Kasım’da başlar. Ve savaşın kaderi, Türkkaya Ataöv’ün ifadesiyle, büyük bir özveriyle, kan akıtarak değişir. 24 Ocak’ta Alman komutanı Hitler’e yolladığı mesajda, Kızıl Ordu’ya karşı direnmenin olanaksız olduğunu belirtir ve “Felâket kaçınılmaz. Hayatta kalan askerleri kurtarmak amacıyla derhal teslim olmak için izin istiyorum” diye yazar. İzin gelmez ama “Alman tarihinde ilk kez bu kadar büyük bir ordu.. bunca modern silah ve teçhizatla…” teslim olur.

Dönemin ABD Dışişleri bakanı Stettinius, Sovyet güçlerinin çökmesi halinde, Nazi ordusunun İngiltere’ye yöneleceğini, Afrika’yı çiğneyeceğini ve bununla da yetinmeyerek Latin Amerika’ya el uzatacağını ve ABD’nin o yıllarda bu saldırılara karşı koyacak güce henüz erişmediğini vurgulamakta.

Sovyet halkı ve Kızıl Ordu, başkomutan Stalin önderliğinde, en güzel evlatlarını kaybetmek pahasına, sadece kendi ülkesini değil ama dünya halklarını da kurtardı faşizmden.

Selam olsun atları “rüzgâr kanatlı “ Kızıl atlılara ve Sovyet halkına!