Taylan, Deniz ve Necla Abla

“Küllü közler gibi için için yandığımız

Usulca yandığımız

Kime sitemdir

Bağrımızda yıkılası dünyaya

Yetecek ateşi beslediğimizi

Kim bilir kim bilebilir

Varsak koca koca alanlara

Otursak

Dar gelir

Analar

Gün gelir

Kim-bilir”

Gülten Akın, “Dar Gelir”

1972’nin yaz ve güzünde Taylan’ın (Özgür) annesi Necla abla ile Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda birlikteydik. Çok az konuşurdu. Geceleri ise ahırdan bozma o toprak tabanlı koğuşta sabaha dek gezinirdi sessizce. Saygıyla izler ama kavrayamazdım olayı. Çok gençtim ve bütün arkadaşlarım gibi devrimin bizleri eskitmeden geleceğine dair o sonsuz bir inançla doluydu yüreğim... Necla abla da biz de yitirmiştik Taylan’ı ama ne gam! O bir devrim neferiydi. Nurhak’ta vurulan Sinanlar, Kızıldere’de katledilen Mahirler ve asılan Denizler gibi… Devrimciler ölür ama devrimler yaşardı. Örgüt ve yataklık “suç”larından tutuklu olduğunu ve Emniyet’te küçük oğlu Tarhan ile aynı yerde işkence gördüğünü öğrendim daha sonra. Necla ablanın bir evladını yok etmek yetmemişti kana doymayan sermaye sınıflarının derin devletine. Utanma, sıkılma, ar duygusu olmayanlar diğer evlatlarıyla birlikte eziyet ederek sınamışlardı ananın dayanma gücünü.

Devrimcilerin yaşamda ve ölümde kardeşlik ve yoldaşlık duygularını anlatan en çarpıcı olaylardan birisidir Denizlerin Taylan’a ilişkin vasiyetleri. “İdam Gecesi Anıları” nda anlatılır ayrıntılı olarak.

13 Mart 1972 günü. Denizlerin idam kararı Yargıtay’da ve Millet Meclisi’nde onaylandıktan sonra avukatlar, Mamak 1 nolu askeri cezaevine giderler müvekkilleri ile görüşmek üzere. Cezaevi komutanı Saldıraner’le yapılan tartışmalar sonucunda sadece Halit Çelenk’in on dakika için Deniz’le görüşmesine izin çıkar. Deniz meselenin “hukuk ve yasa” meselesi olmadığını, “tamamen siyasi bir mesele” olduğunu, infazların yapılacağını, kendilerinin de ölüme korkmadan gideceklerini söyler savunmanına. Ve büyük olasılıkla son görüşme olacağını düşündüğü bu on dakikayı vasiyet niteliğindeki taleplerini ileterek değerlendirir. Bunlardan birisi Taylan’la ilgilidir. Üç arkadaş, Taylan’ın babasının Cebeci Mezarlığı’nda ailesi için satın aldığı üç mezara yoldaşlarının yanına gömülmek istemektedirler. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in ifadesiyle insanın ölümden de güçlü olabildiği anlardır o görüşmede yaşanan.

Gençliğe ve savundukları düşüncelere karşı nefretin ötesinde bir sınıf kiniyle dolu olan 12 Mart cuntası ve AP iktidarı, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in hem dirisinden hem de ölüsünden korktu. Taylan’la yan yana yatmalarını engellemekle kalmadı üç devrimcinin. Aralarına başka mezar yerleri konularak birbirlerinden uzaklaştırdılar ve Yenimahalle’deki Karşıyaka Mezarlığı’na gömüldüler.

Aynı korku ve hınç 23 Eylül günü Ankara’da Ethem Sarısülük’ün davasında aileye ve destek vermeye gelenlere saldıran sivil/resmi polislerin yüzlerinde yazılıydı. Sanki öldürülen Ethem değil de bir polis arkadaşlarıydı! Öylesine büyük bir kinle vurmaktaydılar gençlere, analara, yaşlılara, Ethem’in akrabalarına.

Taylan, Deniz, Mahir, İbrahim, Erdal öldüler. Halk, doğan çocuklarını Taylan, Deniz, Mahir İbrahim, Erdal diye çağırdı. Haziran Direnişi sonrası da doğacak çocuklar. Gezi ve Diren’in yanı sıra, binlerce, onbinlerce Ethem, Ali İsmail, Mehmet, Abdullah, Ahmet, genç devrimciler, genç “gezici”ler dolaşacak kentlerin sokaklarında.

Ve bir gün ana/babalar çok da uzak olmayan bir gün, çocuklarına sadece doğadaki canlı ve cansız güzelliklerin isimlerini verecekler.

Kaybettiklerimizin hesabını 23 Eylül günü olduğu gibi cılız bir destekle değil ama kalabalık ve güçlü bir şekilde sormayı başardığımızda…