Şu ‘radikal demokrasi’ dedikleri...

“Kimin için” sorusunu genellikle sormadığımız için, demokrasi kavramı, hep yaşamımızın vazgeçilmezleri arasında yer aldı. Yetmezmiş gibi bugünlerde bir de “radikal”inden söz edilmekte... Eh, her derde deva olan demokrasi bir de radikal olursa tadından yenmez! Gerçekten böyle mi diye ODTÜ ders notlarımı karıştırdım ve sevgili hocam ve dostum Galip Yalman’ın dersinde tuttuğum notlarda, konuya dair birçok ipucu buldum.

Post-Marksist akımın temsilcilerinden Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe “Hegemonya ve sosyalist strateji-Radikal bir demokrasiye doğru” başlıklı kitaplarında bu yeni kavramı anlatıyorlar. 20. yüzyılda eşit ve özgür bir toplum uğruna verilen tüm mücadelelerin, kazanılan tüm mevzi ve iktidarların, antikomünist bir eleştiriye tabi tutularak mahkum edildiği kitabın yazarlarına göre, iletişim ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler kapitalist üretimde değişmeler yaratmış, bu arada sanayi işçilerinin sayısı azalmış, hizmet sektörü genişlemiş ve üretimde makineler ağırlık kazanmıştır. Bu yeni koşullarda, içinde yaşadığımız toplumu kökten değiştirmek için merkezî, uzun vadeli ve toplumda köklü değişikliklere yol açacak hedefleri olan bir mücadele yani devrim artık gündem dışıdır. İşçi sınıfının ayrıcalıklı ya da öncü rolü ortadan kalkmış, cinsel kimlik, ırk, cinsiyet, etnisite ve benzeri “bağımlılık biçimleri”ne karşı savaşacak feministler, çevreciler, öğrenciler, eşcinseller gibi yeni toplumsal muhalefet adayları ortaya çıkmıştır. Varoluşları “ekonomik/sınıfsal” çelişkilerle açıklanamayacak olan bu adaylar içinde bulunulan konjonktüre göre konumlanmaktadırlar. Örneklersek, zenci bir kadın emekçi için, artık erkeğiyle kadınıyla sınıf olarak kapitalizmi yeryüzünden silip atmak ve emeğin iktidarını kurmak gibi tüm dünya emekçileriyle paylaşacağı ortak bir hedef söz konusu değildir. “Kadın” kimliğinden gelen sorunları, “zenci” kimliğinden gelen sorunları ve “emekçi” kimliğinden gelen sorunları için düzen içi, parçalı mücadeleler verebilir. Özetle, bu tek tek verilecek mücadelelerle düzen değiştirilmeyecek ama insancıllaştırılacaktır.

“Radikal demokrasi” anlayışı, liberal ideolojiyi benimsemekte, bireyin insani kapasitelerini gerçekleştirme özgürlüğünü savunan ahlaki bir ilke olarak liberalizmin günümüzde her zamankinden daha geçerli olduğunu iddia etmektedir. Varılan nokta, sosyalizme karşı liberalizm, emekçilerin üst kimlikleri olan sınıf aidiyetlerine karşı alt kimliklerin ve kimlik mücadelesinin öne çıkarılması ve köklü bir düzen değişikliği talebinin geri çekilmesidir.

Radikal demokratlar, kapitalist düzenden kurtulmak için emekçi sınıfların yol göstericisi olan Marksizm/Leninizmi “büyük anlatı” tanımıyla küçümsemekte ve düşünce dünyamızdan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Devletin ve demokrasinin sınıfsal niteliğini örtmek için ekonomi ile siyaseti birbirinden ayırmaya çalışmaktadırlar. Kendilerini en iyi ifade etme olanağını sosyalist sistemde bulmuş olmalarına karşın, kapitalizm kaynaklı ya da kapitalizmin geçmişten devraldığı kimlik sorunlarının bu düzen içinde çözülebileceğine dair algıyı pompalamaya çalışmaktadırlar.

Değişim, doğanın yasası. İşçi sınıfında da değişiklik yaşanıyor. Bu değişikliklerin yeni örgütlenme ve yeni mücadele biçimlerine yol açması da son derece doğal. Emekçi sınıfın örgütü olma iddiasındaki yapıların acil görevi değişimi doğru yorumlamak ve ona uygun örgütlenme ve savaş yöntemleri bulmak. Ne ki, emeğin ve emekçinin sınıfsal konumunun ikincil plana atılmasını ve nihai mücadelenin gündem dışı bırakılmasını haklı kılacak bir durumun olmadığı ortada.

Yüzde 99’un kurtuluşunu, devlet ve iktidar hedefi olmayan, durmadan sökülüp dikilecek geçici mücadelelerde aramak hiç akılcı gelmiyor. Emekçi kimliği altında, her tür “hegemonya”nın yatağı olan bu kokuşmuş düzeni ortadan kaldırmak için ortak bir mücadeleye girerek özgürleşeceğiz. Yoksa bu “radikal” demokratlar ve benzerlerinin durmadan parçalayıp durdukları “yapı”mız söküle söküle, kimliklere bölüne bölüne dikiş tutmaz olacak.