Sevgili Sabahat ve Veli yoldaşlar için...

Başladı işte
Bitirdi işi…

Başlarken avaz avaz bağırmadı.
Bitirdi ve:
-Gelin seyredin, diye
Dört yanı çağırmadı..
...
Onun için başlayan, biten, başlayan iş var,
Sorgu soruş yok…
Gidiş var.
Duruş yok...

O milyonların milyonda biridir.
O bir sıra neferidir...

(Nazım Hikmet)

2013 giderayak iki güzel insanı bizden koparıp aldı.
Sabahat Şengül ve Veli Üzgün.
Veli,Çorumlu yoksul bir çiftçi ailesinin çocuğu. Kardeşlerini okutabilmek için Ticaret Lisesini terk eden ve askerliği seçen emekli bir astsubay. Ufak tefek, ayağı hafif aksayan, gözleri pırıl pırıl bir devrimci. Altındağ’da kiralık bir gecekonduda yaşıyor, üç aylığı yetmediği için elektrikçilik yapıyordu. Yoksulun çok olduğu bu başkent ilçesinde yoksulların işlerini bedava yaptığından kazancı hep düşüktü. Emekliliğinden bu yana solla ilişkisini hiç kesmemiş olan Üzgün, 2007 sonrasında TKP’ye üye olmuştu. “Mahalle baskısı” na karşın siyasi duruşunu hiç gizlemez, örgüt yayınlarını bölgede dağıtır ve okutmaya çalışırdı. Hiçbir eylemi kaçırmadığını, partinin gece nöbetini aksatmadığını, emekli maaşını çaldırdığında akrabalarını rahatsız etmemek için Ankara yakınlarında bir ormanda üç ay geçirdiğini, iyi niyetinden dolayı sık sık dolandırıldığını, maddi sıkıntı içinde olmasına karşın kafasına yatmayan işlerde çalışmayı reddettiğini anlattı Duygu. Yaşamının son iki ayında biraz daha iyi bir eve taşındığında sevincinden “sınıf atladım galiba” diye espri yaptığını anlattı Celil. Ve assubaylığı döneminde başı belaya giren devrimcilere yardımcı olduğunu. Genç yoldaşlarının “ Abi, boyun biraz daha uzun olsaydı ne iyi olurdu! Merdiven bulmakta zorlanıyoruz” diyerek kendisine takılmalarına gülümseyerek Ankara NHKM’ nin tüm elektrik işlerini yaptığını anlattı diğer yoldaşları. Onu kaybettiğimiz gün, Özer “Veli abinin ölebileceğine hiç inanmamıştım” diye ağlıyordu telefonda.
İşçi Birliği çalışmaları sırasında tanıdım Sabahat Şengül’ü. Gülüşün hiç eksik olmadığı esmer, güzel yüzünü çevreleyen kıvırcık saçları, sıcacık bakışları, elinde sigarası… Eğitimlerin tümüne katılan, bitiminde ise “Ay abla, bırak da biz gençler yapalım şu bulaşık işini!” diye seslenerek mutfağa dalan, dal gibi incecik, hayat dolu genç bir kadın. Bir hukuk bürosunda çalışıyordu. Erzincan Boğazlıköy’de doğduğunu, işçi bir babanın çocuğu olduğunu ve yaklaşık beş yıldır partide çalıştığını öğrendim ağabeyinden. Orta ve liseyi dışardan bitirmiş ve açık öğretimde Halkla İlişkiler’ den mezun olmayı başarmıştı. O da Veli gibi kısa yaşamı boyunca hep çalışmıştı. Sabahat’la son kez 2 Haziran’da Ankara NHKM’ deki polis baskını sırasında ve sonrasında görüştük. Kafasından yaralanan bir genci bekliyordu hastane kapısında. O yoğun gaz ve cop seansında oldukça hırpalanmıştı ama “Abla, neden kaçtık? Bu adamlarla dövüşmeliydik! “ diye isyan etmekten de geri durmuyordu. Çok cesur kadındı Sabahat.
İstedikleri onurlu, insana yakışan bir dünyaydı. Haramilerin çarkını sonsuza dek kırmak için, devrim için yola çıkmışlardı. Hayat kavgasıyla beraber bilinçli bir şekilde kendi davalarının, kendi kurtuluşlarının da mücadelesini sürdürdüler. Yemek yer, su içer gibi...Kahraman birer sıra neferi olarak savaştılar. Ve çok erken bir vakitte, sessiz ve sitemsiz, abartısız ve tantanasız, yüreklerimizin bir parçasını da alarak terkettiler bizi.
Artık yoldaşlarının gönüllerinde ve bu kokuşmuş düzeni yıkmak için yapılacak her eylemde, her direnişte, her kavgada olacaklar.
Unutmayacağız onları.
Hayalleri hep gönlümüzde...