Sermayenin kardeşliği ve 'Emek'

Serpil Güvenç'ün "Sermayenin kardeşliği ve 'Emek'" başlıklı yazısı 13 Nisan Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Emek Sineması’nın yıkılmasına tepki gösteren ve aralarında ünlü sosyalist yönetmen Costa Gavras ile tiyatro ve sinema sanatçılarının da bulunduğu kalabalık bir grubu, polis biber gazı ve tazyikli su ile dağıttı. İleri demokrasininin bize yabancı olmayan bu tür saldırgan cilveleri hakkında Gavras’ın pek de iyi şeyler düşünmediği kesin. Başbakan’a gönderdiği mektuptaki “kültürel garantörlük” ifadesine karşın, yazının bütünündeki protesto ve kararlılık bunun göstergesi.

Oysa farklı düşünenler de var AKP’nin kent politikaları hakkında. O yüzden Başbakan’ın kimin güvencesi olduğuna bir göz atalım.

Her konuda olduğu gibi kent siyasetinde de AKP’nin temel amacı, sermayenin sınırsız ve kuralsız tahakkümünün önündeki tüm engellerin temizlenmesi, kâr oranlarının artırılması ve krizlerin önlenmesi. En kârlı alanlardan birisi olan inşaat sektörünün sermayedarları iktidarın “yasal” yardımlarıyla talan edilen alanları betona dönüştürüyorlar. David Harvey, “Asi Kentler” isimli son eserinde, sermayenin artı değer arayışı içinde sürekli olarak üretilen artı ürün fazlasının soğurulmasında kapitalist kentleşmenin oynadığı rolü ayrıntılı olarak anlatıyor. Verdiği örneklerden birisi, 1848 işçi devriminin burjuvazi tarafından bastırılmasından sonra 1851’de darbeyle iktidara gelen diktatör Louis Bonaparte’ın, atıl sermaye ve işsizlikten doğan krizi atlatabilmek için gösterdiği çabanın Paris kentine yansıyan uygulamaları. Bayındırlık işlerinin başına getirilen mimar Hausmann, Paris’i yeniden inşa ederek işsizliğin ve sermaye fazlasının emilmesini sağlıyor. Benzer olayların günümüzde de yaşandığını belirtiyor Harvey. Türkiye’de de durum farklı değil. Görünen o ki, anlatılan hepimizin hikayesi.

Kentlerin kültürel mirasının korunmasına gelince. AKP iktidarının kent politikalarında böyle bir kaygı hiç yer almadı. Ayrıca bu yaklaşım AKP iktidarının varlık nedeni olan liberal, gerici, “yeni” Osmanlıcı düzenin mantığına da aykırı. Antik kentlerin baraj sularında boğulması, Atatürk Orman Çiftliği’nin yağmalanması, Cumhuriyet’ten kalan yapıların birer birer yıkılarak kentlerin göğe yükselen cami bozması bir takım heyula beton yığınlarıyla doldurulmaları birçok örnekten sadece ikisi. Bu yeni kentsel yapılar ekonomik gereksinmelerin yanısıra yeni ideolojik yapılanmaların da simgeleri. Emekçilerin geçmiş yıllarda büyük gösteri ve direnişlerine sahne olan İstanbul Taksim Meydanı’nın dönüştürülmesi de ekonomik kazancın yanı sıra emek düşmanlığından kaynaklanan ideolojik kaygının sonucu. Toplumu belleksizleştirmeye çalışan AKP, direnç alanlarını da zaptediyor.

Abidin Dino, ünlü Fransız mimar Le Courbusier’in bir ölüm yıldönümünde yazdığı yazıda, onun kent idealini paylaşır okurla. Courbusier, bitki, ağaç ve insanın birarada olduğu, havadar ve güneşli, içinde kütüphanelerin, dükkanların, lokantaların, konferans ve toplantı salonlarının bulunduğu konutlar tasarlamıştır. Aile ve kişilerin birlikte ya da tek başlarına dinlenme ve çalışmaları için de bir dizi olanaklar sunulmuştur bu yapılarda. Dino’ya göre, bireyle kolektifi bağdaştıran bu mimari “sosyalist” bir programdır. Gerçekleşememiştir çünkü Fransız burjuvazisi “betonun peygamberliği”ni seçmiştir. Oysa halk için gerekli olan “megaloman kapitalizmin Hiltoncu anlayışı” değil, tam tersine, “ölçülü ve sanat değeri olan” yatırımlar yapacak ve “demokratik bir kent siyaseti güdecek” bir anlayıştır. Courbusier’nin plânları ise gelecek günleri beklemektedir.

Yaşasaydı eğer, yağmalanan ve metalaştırılan Türkiye kentleri için mücadele veren halkın ve devrimci mimar ve mühendislerin mücadelesine karışarak yükselirdi Dino’nun çığlığı.

EMEK’in halkın anılarıyla dolu duvarları astronomik rantlarla iştahları kabaran yandaş şirketlerin kepçeleriyle yıkıldı ama bunun böyle devam etmesi olanaksız çünkü dünümüz, bugünümüz ve geleceğimiz sermayeye kurban ediliyor. Bir gün belki de çok uzak olmayan bir gün, “asi” kentlerin “asi” emekçileri dünyayı kazanmak için yaşamlarına ve geleceklerine sahip çıkacaklar.

O zaman EMEK de, emekçiler de kurtulacaklar.