Polis sendikası

Serpil Güvenç'in "Polis sendikası" başlıklı köşe yazısı 24 Kasım 2012 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Sağlığa zararlı olmadığı iktidarın “uzman” bakanlarınca açıklanan biber gazı ile tazyikli su uygulaması aralıksız sürüyor. Amerikan TV dizilerine taş çıkartırcasına, üzerlerine çullanan görevlilerce başlarına bastırılıp ağızları kapatılarak polis aracına tıkılan öğrenciler, yerlerde sürüklenen emekçiler, ana/babalar ve hattâ milletvekilleri… Bırakın miting ya da grevi, bir basın açıklaması yapmak bile yasaların açık hükümlerine karşın neredeyse olanaksız hale geldi.

Bunlar yaşanırken, yedi polisin Emniyet-Sen isimli bir polis sendikası kurmak üzere başvuru belgelerini Ankara Valiliği’ne yolladığını öğrendik.

Ankara Valiliği’nin polislerin dilekçesini kabul ederek sendikanın kuruluşuna resmen onay verdiği haberi, ertesi gün, soL portalda çıkan bir başka haberle yalanlandı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıklamasında, başvuru evraklarının postayla iade edildiği, sendika başvurusu yapan polisler hakkında disiplin kovuşturması açılması için harekete geçildiği ve ulusal ve uluslararası düzenlemeler çerçevesinde ülkemizde emniyet teşkilâtı mensuplarının sendika kuramayacağı ve sendikalara üye olamayacağı bildiriliyordu.

Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalarda, içinde polislerin de yer aldığı kamu görevlilerinin örgütlenmesine engel hükümlerin bulunmadığı, TC yasalarında ise sendika kurmaya teşebbüs suçunun yer almadığı, aksine bu hakkın engellenmesinin suç oluşturduğu, ülkedeki anti-demokratik sendikal mevzuattaki engellerin temizlenmesi ve kamu görevlilerine örgütlenme özgürlüğünün sağlanması gerektiği yetkin kalemlerce yazılıp çizildi.

Tümüne katıldığım bu değerlendirmelerin içermediği bir konuyu, 1970’lerdeki bir polis örgütlenmesinin kısa öyküsünü sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kuşkusuz, polis ve ordu, sermayenin zor örgütleri. Ne var ki, insanların bilinçlerini içinde yaşadıkları koşulların şekillendirdiği de bir başka gerçek. Bir çok meslek grubu gibi, 1970’lerin sol rüzgârlarından etkilenen, kendini halktan ayrı düşünmeyen, onurlu ve bilinçli, sol/demokrat eğilimli bir grup polis memuru 1975’de POL-DER’i kurdu. POL-DER’in tüzük ve yayınlarında, özlük haklarına ilişkin taleplerin yanı sıra, polisin hizmet etmekte olduğu toplumun bir parçası olduğu, Anayasal ve demokratik hakların kullanılmasının önünde bir engel, öğrencilerle küskün, toplantı ve gösterilere gereksiz müdahale eden, yurttaşlara kötü davranan” bir yapılanma olmadığı vurgulanıyordu. Polis, politik çevrelerce “egemen sınıfların yararına” kullanılmaktaydı. Kısa sürede 17 bin üyeye ulaşan örgüt, o dönemde, özellikle sol/sosyalist görüşlü insanlara bir devlet politikası olarak uygulanan işkence ve kötü muameleyi önlemeye çalıştı, onları MHP ve Ülkü Ocakları’nca kurdurulan POL-BİR üyesi polislere karşı korudu. Faşistlerin işledikleri cinayetlerin faillerinin bulunması için çabaladı. 1978’de CHP iktidarınca kapatılan POL-DER’in bazı üyeleri, 12 Eylül sonrasında çıkarılan zorunlu erken emeklilik yasasıyla polis örgütünden atıldılar. Baskılara dayanamayıp işten ayrılanlar, güvenlik soruşturması nedeniyle iş bulamayanlar, meslektaşları tarafından işkence görenler, öldürülenler oldu.

Sosyalistlerin örgütlenme hakkını savunmaması düşünülemez. Ama, AKP ve cemaatin tartışmasız etkin olduğu bir yapılanmadan, POL-DER misali “halkın polisi” olabilecek bir sendikanın doğması pek mümkün görünmüyor. 1990’larda, CMUK deği-şikliklerine tepkili polislerin İstanbul Üniversitesini “hain yuvası” olarak nitelemelerinden, “kahrolsun insan hakları” sloganı atmalarından günümüze dek süren uygulamalar, polisin, varlık nedeninin de gereği olarak, güçlü bir sağ ideolojik donanıma sahip olduğunu gösteriyor.

Tarih ve siyaset bilimi, ancak sınıf mücadelesinin yükseldiği, emeğin gücünün toplumda ağırlık kazandığı bir ortamda, polis içinden yeni POL-DER’ler çıkabileceğini söylüyor.

Yoksa fark edeceğimiz tek fark, “sendikalı” polislerden gaz ve tazyikli su yemek olacak.