Mussolini’den AKP’ye faşizm görüntüleri

“İlk iş bölümü, kadın ve erkeğin çoğalmak için yaptığı iş bölümüdür…Modern ailenin içinde tohum halinde yalnız kölelik değil serflik de vardır… Bu ailede, daha sonra toplumda ve Devlet’te de büyük ölçüde gelişen tüm çelişkilerin minyatür halde bulunduğunu görürüz” (Karl Marx)

Recep Tayyip Erdoğan, konuşmalarında, ailelerin sahip olmaları gereken çocuk sayısı konusundaki görüşlerini yinelemeye devam ediyor.

İlgi çekici olan, bu konuşmalardaki temalar ile Mussolini faşizmi arasındaki örtüşmeler. Olay sadece bununla da kalmıyor. Mussolini ve İtalyan faşizminin aile, kadın ve çocukla yaklaşımlarının, yasalarının ve yasaklarının  AKP’yi etkilediğini görüyoruz.

Türkiye sermaye sınıfı iktidarlarının Faşist İtalyan yasalarını çok sevdiği ve  bu yasaları hiç değiştirmeden alarak TCK’na dahil ettiği ve böylelikle düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldırmak, on yıllar boyunca sosyalistleri, komünistleri, ilerici ve demokratları ezmek, cezaevlerinde süründürmek için kullandığı bilinen bir gerçek. Sözünü ettiğimiz yasalar, 1936 İtalyan Ceza Yasası’ndan kopyalanan ve 55 yıl boyunca ağırlaştırılarak uygulanan TCK’nın 141-142. Maddeleri.

“Faşistler, İtalyanlar… Bir üçüncü özellikle de bir dördüncü çocuk sahibi olmaya çalışınız!… Geleceğimiz buna bağlıdır.”

Mussolini iktidarının ilk girişimlerinden birisi, yeni İtalyan kadınını, “Nouva İtaliana” yı yaratmak, yani kadını eve ve mutfağa geri döndürmek ve toplumsal yaşamdaki yerini  çocuk sahibi olmakla sınırlamak oldu. Daha yakından bakıldığında, Mussolini’nin [ve Hitler’in], sermayenin gereksinimleri doğrultusunda “ulusal güç”ü yapılandırabilmek ve İtalyan toplumunun kaynaklarını işletebilmek için ekonomik alanda hızlı değişiklikler istediklerini görürüz. Bu yaklaşımın önemli ayaklarından birisi ucuz emekti. Bol ve ucuz işgücünün iç talebi yükseltmesi, askeri gereksinimleri karşılaması ve emperyalist genişleme, sömürge elde etmekte kullanılması düşünülmekteydi. Nüfusun niteliği değil niceliği önem taşımaktaydı. İtalyan faşizmi, uluslararası plânda azalan gücünü tahkim etmek ve yurt içinde nüfusu denetim altına almak istiyordu. Bu bağlamda, İtalya’nın o tarihlerde 40 milyon olan nüfusunun 60 milyona çıkarılması “ulusal amaç” olarak belirlenmişti.

İşte tam da bu noktada, hızlı bir şekilde, kadının özgürlük ve eşitlik taleplerine son vermek ve kadın özgürlüğü konusundaki toplumsal pratikleri ortadan kaldırmak gerekiyordu. Kadınla ilgili herşey faşist devletin çıkarlarının ölçüsü haline geldi ve diktatörlüğün yeni devleti oluşturma stratejilerinin ışığında yorumlanır oldu. Mussolini’ye göre İtalya “ya genişleyecek ya da patlayacak” tı. Ülke bir imparatorluğa dönüşmezse sömürge olmaya yazgılıydı.

1922’de başbakan olan Mussolini, 1927’de Roma’da İtalya’da doğum hızını arttırma kampanyasını başlattı. Ve OMNİ (kadın ve çocuk refahını izleme ulusal ajansı) kuruldu. 1927 Mayısında verdiği bir söylevde, faşist parti örgütü temsilcileri olan kadınlara sesleniyor ve:

“Evinize gidin ve kadınlara Mussolini’nin doğuma, çok sayıda doğuma ihtiyacı var deyin!” , “Faşistler, İtalyanlar… Bir üçüncü özellikle de bir dördüncü çocuk sahibi olmaya çalışınız!… Geleceğimiz buna bağlıdır” diye haykırıyordu.

Ve Yasalar…

Söylevleri birbiri ardından gelen yasalar izledi.

19 Aralık 1926’da 2132 sayılı yasayla bekârlık için ceza vergisi getirildi. Yine 1926’da doğum kontrolü ve kontraseptiv kullanımı yasaklandı, faşizm öncesi dönemde de ara ara gündeme gelen kürtaj yasağı Mussolini döneminde kürtajın  yasa dışı ilân edilmesi ve devlet suçu haline getirilmesiyle tahkim edildi. Aynı tarihte çıkarılan bir başka yasa ile doğum kontrolü ile ilgili reklam, satış, dağıtım, üretim, yazılı bilgi verilmesi de dahil herşey yasaklandı. Yasanın amacı, olayın toplum vicdanını (!) rahatsız etmesiydi. Bu kurallar, “ırkın bütünlüğü ve sağlığına karşı işlenen suçlar” başlığı altında 19 Kasım 1930’da ceza yasasına da eklendi. Kamusal alanda, bilimsel ve tedavi amaçlı da olsa, kürtaj konusunda başkalarını bilgilendirenler de ceza kapsamına alındı. 1931 Ceza Yasası’nda yasa dışı kürtajın cezası 2-5 yıl arasıydı. Kadın bunu kendisi gerçekleştirirse 1 ila 4 yıl ceza alıyordu. [1]

Cezaları dinsel kurallarla da güçlendirmek gerekiyordu. Katolik doktrininin “analık kadının vatanseverliğidir” diye buyurduğu göz önüne alınacak olursa, bu çabanın ne kadar yerinde olduğu anlaşılır. Kilise, 31  Aralık 1930’da İncil’den alıntılar yaparak faşist devletin girişimlerini destekledi. Papa, faşist devlete desteğini ayrıca sundu.

 1928’de kadınların morfolojik özellikleri araştırıldı ve hangi kadınların anneliğe daha uygun olduğu saptanmaya çalışıldı.

Aynı yıl, diktatör ulusa sesleniyor ve;

“Bir ulus sadece toprakları ve tarihiyle var olmaz; insan toplulukları kuşaktan kuşağa üredikleri için var olur. Bunun alternatifi köleliktir… Devletin filozofu Hegel ‘Baba olmayan adam erkek değildir’ der” diyordu.

1931 Ceza Yasası ile homoseksüel eylemler yasa dışı sayıldı. “Fahişe yasası” ile fahişelere karşı mücadele başladı.

1930’larda tüm gebelikler kayıt altına alındı. Doktorlara gebelik bildirme zorunluluğu getirildi.

1930’larda  geleneksel analık, babalık, kadınlık ve erkeklik nosyonları yeniden canlandırıldı.  Mussolini’ye göre, bu konuda en iyi politika “gelenekleri dürtmek” (pungolo al costume) idi. Bu dürtme, üç alanda gerçekleştirildi: Baskı, sosyal refah programları ve propaganda.  En çok baskı, doğum kontrolünü durdurma alanında yapıldı. Kadınların özellikleri “örnek eş ve anneler”, “mutfağın melekleri”, “öncülerin ve askerlerin anaları”, “devletin hizmetinde bir milis” olarak tanımlanıyor, buna karşı çıkan kadınlar ise devlet, toplum ve ulus düşmanı olarak suçlanıyorlardı. Çok çocuklu ailelere altın madalya verilmesi kararlaştırıldı ve 3 Mart kadınların aralıksız doğum yapmalarını kutlama günü kabul edildi.

Faşist iktidar, yasaların yardımıyla, kadınları işlerinden ve eğitimden de uzaklaştırmaya çalıştı.

20 Ocak 1927 tarihli kararname ile kadın işçilerin ücretlerinde erkeklere göre yarı yarıya bir azaltmaya gidildi.

30 Ocak 1927 tarihli kararname ile liselerde kız çocuklarına tarih ve edebiyat dersleri yasaklandı, 1928’deki bir kararname ile ise kadınların ortaöğretim kurumlarında müdürlük yapmaları engellendi. Kız öğrencilere orta öğretim ve üniversitede erkeklerin iki katı harç ödeme zorunluluğu getirildi. Yine 28 Kasım 1933 tarihli kararname ile kamu hizmetlerinde kadın çalışanların sayısında azaltmaya gidildi. Böylelikle, İtalyan kadınları eğitimden soyutlandılar, siyaset dışı bırakıldılar, kamusal alandan izole edildiler, işyerlerindeki haklarını kaybettiler.

Zina konusunda da geleneklere dönüldü. 587 sayılı Rocco yasasıyla “onur suçları” gündeme taşındı. Kocasının onurunu lekeleyen kadına ağır cezalar getirildi. Erkeğin zinası ise en fazla 1 yılla sınırlandı. Ayrıca, yasaya göre, “bir kimse, kızının ya da kız kardeşinin aşığını aile onuru adına öldürecek olursa”, aile onurunun zedelenmesi tahrik nedeni kabul ediliyor ve ceza indirimine gidiliyor, cinayet 3 ila 7 yıl arası hapisle cezalandırılıyordu. Diğer cinayet suçlarını işleyenler ise 20 yıldan başlayan hapis cezalarıyla cezalandırılmaktaydılar. Tecavüz de “onur suçu” kapsamına girmekteydi. Ne var ki, tecavüzcü saldırıya uğrayan kızla evlenecek olursa – aile onurunu düzelttiği gerekçesiyle – ceza almıyor, kızın bakire olmaması durumunda ise suç söz konusu bile olmuyordu.

1937 sonrası yıllarda memurlara sürekli olarak evlenmeleri ve çocuk sahibi olmaları emrediliyordu. Hükümet görevleri için evlilik ve çocuk sayısı tercih nedeni oluyordu.

Bu örneklerden uzunca bir alıntıya girişmemizin nedeni, zaman ve uzam farklılıklarını gözden kaçırmaksızın, kadına dair faşist uygulamaların bazı özelliklerini anımsatmaktır.  

Direniş

Açlıktan ölmeyecek bir ücrete mahkûm edilen ve büyük bir sömürüye uğrayan İtalyan kadın emekçiler fabrikalardaki ve tarlalardaki işlerini bırakıp eve dönmediler. Kamu kurumlarındaki sayıları azaltılmış olsa da çeşitli sanayi dallarında varlıklarını sürdürdüler. 1940 yıllarında ilk grevler ve mücadeleler bu emekçi kadınlar ordusuyla yürütüldü. Mussolini’nin yurtseverlik ve vatan için kendini feda etme nutuklarına karşın daha yüksek ücret taleplerini de ilk kez kadın emekçiler yükseltti.

Tüm baskılara karşın İtalya’da nüfus artmadı, azaldı. 1927’de binde 27.5 olan doğum oranı 1934’de binde 23’e düştü. Kadınlar, Kiliseyi ve diktatörü “Eğer çocuk yapmaya o kadar hevesliyse, bırakalım bebeği rahip beslesin!”, “Onu büyütecek olan Mussolini değil!”  sloganlarıyla protesto ettiler.


İtalya'daki anti-faşist direnişçi kadınlar (Kasım 1944)

1945 yılında Direniş’e katılanların sayısı 250 bini bulmuştu. Kurulan “Kadın Savunma Grupları” na 70 bin kadın katıldı. Bunların 35 bini faşistlere karşı savaşan askeri birliklerde  görev yaptı. Bunun yanı sıra binlerce kadın, Direniş Savaşçılarını sakladı, onlara bakıp besledi, yaralarını tımar etti, faşist polislerden kaçan Yahudileri sakladı ve zorla çalıştırılmaya çalışılan emekçileri korudu.  4563’ü tutuklandı, işkence gördü. 1934-37 yılları arasında Mussolini’nin Özel Mahkemelerinde 112 kadın yargılandı, bunların 57’si 30 yıla ulaşan cezalara çarptırıldılar. 623 kadın kurşuna dizildi ya da savaşta hayatını kaybetti. 2750’si Almanya’ya sürüldü. Mücadele eden kadınların çoğunluğu, faşizm karşıtı cephenin öncü kuvvetlerinden İtalyan Komünist Partisi üyesi kadınlar, antifaşist kadınlar ve partiye yakın köylü ve işçi kadınlardı. Onlar mücadelenin en ön saflarında yer aldılar.

Sonuç yerine

Güçlü bir komünist partiye ve mücadele  geleneğine sahip İtalya’da, Mussolini faşizmini büyük oranda zayıflatmayı başaranların başta kadınlar olmak üzere parti üyeleri ve sempatizanlar olduğu görülüyor

Koşullar elbette farklıdır ama günümüzde de, başta kadınlar, çocuklar ve emekçiler, neoliberal,  İslamcı  faşist, gerici AKP iktidarının baskılarından kendine düşen payı almaktadır. Siyasal iktidar, ideolojik duruşunun gereğini yerine getirmekte ve toplumsal, yasal, siyasal alanlarda baskıyı her geçen gün biraz daha arttırmaktadır. Zor ve rıza birlikte kullanılmaktadır.

Başta kadınlar olmak üzere, bugünün ve geleceğin emekçilerinin önünde, faşizme karşı ama sosyalist bir rotada, birleşik, örgütlü bir mücadeleye girmekten başka bir çıkar yol görünmemektedir.

Hiçbir korku imparatorluğu sonsuza kadar sürmemiştir, sürmeyecektir de.


[1] Kürtaj yasaklanınca, kadınlar, saç tokaları,  şişler, bitkisel karışımlarla başarmaya çalıştılar. Ve bu durum, yüksek oranda ölüm, sakatlanma ve enfeksiyonla sonuçlandı.