Müslüman Kardeşler (AKP) iktidarı nasıl bırakır?

Müslüman Kardeşler (MK) Hareketi’nin sadece Mısır’a özgü olmadığını, Tunus, Fas, Ürdün, Filistin, Cezayir,Türkiye ve başka ülkelerde de örgütlenmiş, bir “İslâm enternasyonali” oluşturmak, İslâm dünyasını tek halifelik altında birleştirmek, İspanya’dan Endonezya’ya uzanan bir İslâm imparatorluğu kurmak gibi uzun vadeli hedefleri olan, piyasa ekonomisi ve emperyalist odaklarla barışık ve uyum içinde bir hareket olduğunu biliyoruz.

Bu hareketin Türkiye temsilcisi AKP on bir yıldır, ülkemizde bir İslâm cumhuriyeti oluşturmak, yaşamın her alanında İslâm kurallarını egemen kılmak ve direnç odaklarını etkisizleştirmek veya yok etmek için yoğun bir uğraş vermiş ve oldukça başarılı olmuştur. Bu başarının gerisinde, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, çok kısa bir dönem dışında, toplumda derin kökleri olan Sünni İslâm’ın iktidarlar tarafından desteklenmesi ve palazlandırılması ve bunun yanı sıra ABD emperyalizminin SSCB’ye karşı siyasal İslam ve gerici hareketlerle yaptığı ittifaklar yatmaktadır. Askeri darbeler de, göstermelik bazı parti kapatma girişimlerinin dışında, dinci gericiliği beslemişlerdir.

Son derece pragmatik olan hareket, “İlkesel bir tutarlılık”tan uzaktır. Prof. Oktar Türel’in de aktardığı gibi “siyaset, AKP’ye göre savaş benzeri bir eylemdir ve savaşta (hile dahil) her şey ‘meşru’ dur”. Bu bağlamda, Gülen’le birlikte, gücünü büyük oranda yok ettiği TSK ile yeni bir ittifak denemesinden bile çekinmeyen bu yapı, yerel seçimlerde sağladığı halk desteği ve “Kürt Sorunu”na kilitlenmiş Kürt ulusal hareketinden gelmesi beklenen koşullu destek ile Kemal Okuyan’ın birkaç kez vurguladığı gibi toplumsal yaşamın değişmez erk odağı olmaya adaydır. Seçimlerde medyaya servis edilen bir kasetle tanık olduğumuz, Erdoğan’ın Mısır devlet başkanı Mursi’ye, iktidarı bırakmaması yönünde yaptığı tavsiye, Müslüman Kardeşliğinin kanıtı olmanın ötesinde, söz konusu hareketin iktidar anlayışını da ortaya sermektedir. AKP’nin, “çıraklık” döneminde toplumu inandırmaya çalıştığı demokratik görünümüyle iktidarını sağlamlaştırdığını düşündüğü son dönemdeki baskıcı ve faşizan davranışları bu uzun vadeli programın hayata geçirilmesinden başka bir şey değildir.

Seçim hileleri ve benzeri suçlar, düzenden kaynaklanan kişisel ve toplumsal ahlâkî deformasyonların ötesinde, AKP’nin MK idealinden kaynaklanmaktadır.

Ülkemizde, bu derde “deva” bulabilmek için, sosyalist/komünistlerin dışındaki “sol” muhalefet odaklarında da bir sağ arayış gözlemlenmektedir. Bu sağa yönelimin Türkiye’ye özgü olmadığını, dünyada da sağın, ırkçılığın, etnik milliyetçiliğin -sosyalizmin yokluğunun yarattığı boşluk üzerinde- yükselmekte olduğunu kaydedelim. Seçim sonrasında oluşan harita, renk farklılıklarına karşın, böyle bir tabloyu yansıtmaktadır.

Sevindirici ve umut vadeden olay ise, Gezi’den bu yana, yaşamına, geleceğine direnerek sahip çıkma iradesinin, farklı yoğunluklarda süregelmesidir. “Sandıklara ve oyuna sahip çıkma” olayı da, diğer nedenlerin dışında, bu bağlamda değerlendirilebilir.

Naylon muhalif siyasal parti ve liberal yapılar karşısında, Haziran İsyanı’yla gelen ve sönmediğini Berkin’in cenazesinde de gördüğümüz direniş, karanlığın yırtılmasında etkin olabilecek tek seçenektir.

Bu teslim olmama kararlılığını, aydınlık, bağımsız, demokratik ve sömürüsüz bir Türkiye hedefiyle örtüştürebilen, uzun soluklu ve yaygın sol birlikteliklerin örgütlenip güçlendirilmesine ihtiyacımız var.

Müslüman Kardeşler’in (AKP) iktidardan uzaklaştırılmasının en sağlıklı yolu bu değil mi?