Komünistler! Teröristler! Anarşistler!

Komünistler! Teröristler! Anarşistler! Şakiler!

On yıllardan beri, iktidarıyla, muhalefetiyle, iliştirilmiş basın organlarıyla, milliyetçi, dinci örgütleriyle, sivil ve sıkıyönetim savcılarıyla, yargıçlarıyla bağırıp durdular. Saldırdıkça saldırdılar.

Aşağıladıklarını, kamuoyu önünde küçük düşürdüklerini zannettikleri o gencecik üniversite öğrencileri önce üniversitelerdeki haksızlıklara karşı çıktılar. Dekanların, akademisyenlerin baskıcı iktidarlarca görevlerinden alınmalarına, harçların yüksekliğine, ders kitaplarının pahalılığına ve daha birçok üniversite sorununa karşı seslerini yükselttiler. Okullarda öğrencilerin yönetime katılmaları, barınma, beslenme, burs ve kredi sorunlarının çözümü için boykot ve işgaller yapıldı.

1960’lı yıllarla birlikte toplumda ideolojik ağırlığını duyumsatmaya başlayan sol, sosyalist düşünce en çok onları etkiledi. Toplumdaki haksızlıkların kaynağının içinde yaşadıkları sömürü düzeni yani kapitalizm olduğunu kavradılar. Çözümün anahtarı, bağımsızlık için, demokrasi ve sosyalizm için mücadeleden geçmekteydi.

“Bu gittikçe amansızlaşan çatışma içinde gençliğin yeri, halkımızın içindedir, emperyalizmin karşısındadır. Sosyalist düşünce, günümüzde, burjuva ideolojisinin tekelini dağıtmıştır… Bütün cephelerde emekçi sınıfların ideolojisi, burjuva düşüncesinin etkinliğini yıkmaktadır… Sosyalizmin aydınlattığı gençlik, her geçen gün daha büyük güçler halinde, emperyalizmin karşısına dikilmektedir… Yaşasın sosyalizm! Yaşasın Türk emekçileri! Yaşasın emperyalizmle döğüşen dünya halkları!” diye seslendiler topluma yayınladıkları bildirilerle.

FKF ve daha sonra Dev Genç adını alan örgütlerinde “besin alanında, petrolde, madende, dış ticarette, tarımda, ilaçta, siyasal ilişkilerimizde, sosyal yaşantımızda, öğrenim düzenimizde… emperyalizmi kalem kalem ortaya koyacak…” araştırmalara yöneldiler. Bu konular sadece araştırma değil, aynı zamanda eylem konusuydu da. “Ormanlar halkındır özelleştirilemez”, “madenler, petrol halkındır, vermeyiz” dediler, mitingler düzenlediler, mitinglere katıldılar.

Dünyada yükselen anti emperyalizm ve ulusal kurtuluş hareketleriyle de dayanışma içindeydiler. Amerikan emperyalizmini protesto etmek için mitingler düzenlediler, ODTÜ’de Vietnam Kasabı Komer’in arabasını yaktılar. Filistin halkının kurtuluş mücadelesine destek verdiler; FKÖ saflarında çarpışmaya giden ve aralarında Deniz’in de bulunduğu gençlerden İsrail saldırılarında ölenler oldu. Vietnamlı komünist lider Ho Şi Min’in, Küba lideri Kastro’nun, Che’nin posterleri eksik olmazdı eylemlerde. Ama en başta Türkiye’nin kurtuluşu için verilecek kavga gelmekteydi.

“6. Filo, 54 tane ikili anlaşmanın ve 101 adet Amerikan üssünün bekçisidir ve halkımıza dost değil düşman bir kuvvettir… 6. Filo… toprak ağalarının düzenini beklemektedir… 6. Filo, düşük ücretlerle çalıştırılan işçilerin değil, bu işçileri sömüren, bu işçileri ücret kölesi olarak çalıştıran sömürgen şirketlerin düzenini beklemektedir… 6. Filo, petrolümüzden bakırımıza tüm yeraltı kaynaklarımızı soyan yabancı şirketlerin düzenini beklemektedir… Kısaca 6. Filo, bu çürümüş ve halk düşmanı düzenin bekçiliğini yapmaktadır…” diyerek İstanbul’da işgalci 6. Filo askerlerini denize döktüler. “NATO’ya Hayır!” eylemleri yükseldikçe yükseldi. Emekçi halkın sorunlarıyla emperyalist kapitalizmin doğrudan ilişkili olduğunu kavrayan gençlik bu yapıya karşı verilecek kavgayı, ülkenin bağımsızlığını hedefleyen eylemleriyle başlatmıştı.

Çoğu kez iddia edildiği gibi, halkın ekmek mücadelesinden kopuk değillerdi. İşçi ve köylü başkaldırılarını ellerindeki tüm olanaklarla desteklediler. Derby, Kavel, Magirus, Demir Döküm, Emaye Taş, Keban, Finfinis, Çamaltı, Amerikan işyerlerindeki grev ve işgallerinde, 15-16 Haziran olaylarında ve daha birçok işçi eyleminde, öğrenciler patrona karşı işçilerle omuz omuzaydılar.

Sadece işçilerin değil az topraklı ya da topraksız köylülerin eylemlerinde ve toprak işgallerinde de oradaydılar. Atalan, Göllüce ve Elmalı toprak işgallerine katıldılar, Çorum’da ve Malatya’da haşhaş mitingleri düzenlediler, köy komiteleri kurdular, Amasya’da, Denizli’de, Taşova’da, Merzifon’da, Tokat’ta, Niksar’da, Turhal’da ve çevre ilçelerde TÖS’ lü öğretmenlerle güç birliği içinde haşhaş ekiminin yasaklanmasını protesto eden bildiriler yayınlayıp dağıttılar. Antep’te fıstık ve üzüm üreticileriyle birlikte, bu ürünlerin taban fiyatlarının üretici lehine tespiti için miting ve yürüyüş yaptılar. Gülşehir üzüm üreticilerinin davasını savundular. Çukurova’da köylülerle hem pamuk topladılar hem de onlara neden ve nasıl sömürüldüklerini anlattılar. Zap Köprüsü'nü inşa ettiler. 1966’da Ege köylüsünün zeytinyağı ihracını baltalayan bir yabancı firmaya karşı Kuşadası, Burhaniye ve Ayvalık köylerini dolaşıp kahvelerde toplantılar yaparak halka yol gösteren gençlerin arasındaydı Deniz.

İşbirlikçi sermaye iktidarı çözüm arayışında

Bugünün gerici, yobaz ve sağcılarının o günlerdeki öncüleri, kurulu düzeni korumak, ABD’ye yaranmak, sola, komünizme ve bu çerçevede devrimci gençliğe saldırmak için MTTB ve benzeri örgütler kurdular. Antikomünizmi ve düzen bekçiliğini varlık nedeni addeden bu örgütler sırtlarını dışarda ABD ve içerde işbirlikçi iktidarlara dayadılar. Yetmedi; 1968’in Ağustosundan itibaren MHP başkanı A. Türkeş’in 28 ilde kurduğu komando kamplarında toplumdaki sol yükselişi ve özellikle de antiemperyalist ve sosyalist mücadele veren gençleri ortadan kaldırmak için komando denilen milisler yetiştirildi; “Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyen AP başkanı Demirel, partisinin kurultaylarına gelen bu ülkücü, eli silahlı komandoları alınlarından öpmekteydi. Ve devletin tüm zor güçleri ve onlarla el ele veren bu Hitler bozuntuları, devrimci gençleri birer birer katletmeye başladılar. Altan Öymen’in deyimiyle, bu cezalandırma “bir yol başında pusu kurmanın ve onu arkadan bıçaklamanın sinsiliği ile” uygulanmaktaydı.

“Emperyalizme ve Sömürüye karşı işçi yürüyüşü” Kanlı Pazar’la son buldu. Yürüyüş öncesinde gerici, sermaye beslemesi, sağcı basın organları “Kızılları boğmanın zamanı geldi”, “Başlarını ezelim”, “Cihada hazır olun” diye höykürüyorlardı. Mehmet Şevket Eygi “komünizm küfrüne karşı” Müslümanları cihada çağırıyor; din ve imanın elden gittiğini, camilerin ve Kuran’ın “tehlikede” olduğunu yazıyordu. Aslında bu satılık kalemlerin elden gidecek diye korktukları, emekçi halkın acımasızca sömürüldüğü bu kokmuş düzendi. 40 bin kişinin katıldığı miting sonrasında alana giren gerici topluluğun polisçe korunan eli bıçaklı katilleri iki genç işçiyi öldürdüler. 12 Mart öncesinde Vedat Demircioğlu, Mehmet Cantekin, Battal Mehetoğlu, Taylan Özgür’ün katledilmesiyle başlayan cinayetler artarak sürdü. Gençler hapislerde, işkencelerde süründürüldüler, işlemedikleri suçlarla yargılanarak yıllarca içerde yattılar. France-Soir’in “Türkiye’de Canavarca Kıyım” başlığıyla verdiği Kızıldere olayında aralarında Mahir Çayan ve Cihan Alptekin’in de bulunduğu 10 genç katledildi. Ve 6 Mayıs 1972 sabahı Deniz, Yusuf ve Hüseyin asıldılar.

Ne devrimci gençleri sindirebildiler ne de toplumun diğer kesimlerinde kartopu gibi büyüyen başkaldırıyı... Ve Mustafa Ekmekçi ağabey’in deyimiyle “bir prova” olan 12 Mart’ı “ülkenin canına okumak” üzere gelen 12 Eylül askeri darbesi izledi. Darbeciler başta Evren olmak üzere ülkenin bugün içinde bulunduğu piyasacı-dinci gericiliğin önünü alabildiğince açtılar. 12 Eylül’de, aynen 12 Mart’ta olduğu gibi, demokratik ve bağımsız bir ülkede, sömürüsüz, sınıfsız insanca bir düzen kurulmasını isteyen onlarca “anarşist, komünist ve terörist” genç idam edildi. 12 Mart’taki gibi binlercesi hapislerde süründü, ağır işkenceler gördü.

Sağcı katiller gazete köşelerini tuttular, milletvekili, parti başkanı oldular. Yerli ve yabancı patronlarının önünde salta durarak hizmet etmeye devam ettiler. Darbeci generallerin çoğu Demirel’in partisi AP’de milletvekili olmanın yanı sıra sermayenin bankalarında ve şirketlerinde yüksek maaşlarla göreve getirilerek hizmetlerinin karşılığını aldılar. Birçoğu, bu görevleri ifa ederken, devrimci gençlere “komünist, anarşist, terörist!” diye höykürmeyi ihmal etmediler.

O günlerden bugüne neredeyse 40-50 yıl geçti ama tüm baskılara, suçlama çabalarına rağmen devrimci gençler ülkedeki sömürü düzenini değiştirme, tüm emperyalist ülkelere ve onların sivil ve askeri örgütlerine karşı, ülkenin üzerine çöken karanlığa karşı mücadele etme kararlılıklarından bir adım bile geri atmıyorlar. Boyun eğmiyorlar, teslim olmuyorlar. Emil Galip’in dediği gibi “kötüye karşı dövüşüyorlar”.

Bugünün devrimci gençlerini “komünist, terörist” sıfatlarını kullanarak eleştirmeye kalkan ve en doğal hakları olan öğrenim hakkını ellerinden almak isteyenler ise sadece 12 Mart ve 12 Eylül ile olan yakın akrabalıklarını bir kez daha tescil etmiş oluyorlar.

Adnan Yücel şu dizelerle yanıt veriyor onlara;

“Şimdi devleşen bir öfkenin / Ve sınırlar ötesi bir özlemin / Bildirisi okunurken her gün / Her saat, her dakika, / Can çekişen / Bir çağı yaşıyoruz dünyada”

Emperyalizme karşı mücadele eden gençlere kucak dolusu selâm.