Haziran 1970'ten Haziran 2013'e

Serpil Güvenç'in "Haziran 1970'ten Haziran 2013'e" başlıklı yazısı 15 Haziran 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Başta gençler olmak üzere yandaş olmayan herkesi, medyayı, sanatçıları, yazarları, doktorları, avukatları, işçileri, köylüleri nefret suçu işlemekle suçlayan öfkeli ve nefret dolu başbakanımız her gün esip gürlüyor, olmuyor. Yardımcısı, iyi polisi oynamaya çalışarak aba altından sopa gösteriyor, olmuyor. Zeki çocukların ‘zeki’ valisi, gençlerin espri yetenekleriyle acemice yarışmaya kalkarak önce ıhlamurlu, kuş sesli tweetler atıyor. Hemen ardından gaz bombalarıyla, TOMA’larla müdahale ediyor ve tehditlerle onları korkutmaya çalışıyor. Olmuyor. İktidarın emir ve desteğiyle, Polis Vazife ve Salahiyetleri Yasası’nın kendisine tanıdığı aşırı yetkilerin de ötesine geçen devletin zor gücü polis genç, kadın, çocuk, yaşlı demeden insafsızca ve vahşice saldırıyor. Bedenlerini bu kural tanımaz vahşete siper eden gencecik çocukların kararlı direnişleri, postmodern dünyanın bilgisayar oyunlarının kaba figürlerine benzeyen “güvenlik” güçlerinin çabalarını boşa çıkarıyor ve yine olmuyor.

AKP’nin işi zor.

Yabancı basında olaylara ilişkin bazı yorumlar yeni liberalizm + Müslüman Kardeşler = AKP projesiyle ülkemize dayatılan elbisenin bize uymadığı gerçeğinin yavaş da olsa ülke dışında da algılanmaya başladığını gösteriyor. Geçmişte yaşananlardan doğal olarak farklı olan ve halkın üzerindeki ölü toprağını silkip attığını gösterdiği için ayrıca değerli olan Gezi Direnişi’nin yüreklerimizi dolduran büyük heyecanı, yerel sol basında da çeşitli yorumları beraberinde getirmekte. Bu yorumlardan bazılarında amaç aşılarak geçmişteki mücadeleler görmezden gelinerek değersizleştirilse de, 15 Haziran 2013’de, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişini selamlamak istedim.

1970’li yıllarda, sola karşı faşizan uygulamalarını kuşağımızın çok iyi anımsadığı Demirel’in Adalet Partisi hükümeti, TİP dışındaki siyasal partilerle birlikte, 274-275 sayılı İş yasalarını değiştirmeye kalktı. Amaç, DİSK’i ve bazı bağımsız sendikaları yok etmek, Türk İş’i güçlendirmekti. Değişiklik, 11 Haziran günü Meclis’ten geçip yasalaşınca, DİSK’li işçiler, 15-16 Haziran günlerinde işyerlerinde toplantılar yapılması ve yürüyüşlerle değişikliğin protesto edilmesine karar verdiler. DİSK’in yanı sıra direnişe destek vermeyen Türk İş’e bağlı işçilerin ve sendikasız olanların da katılımıyla İstanbul sokaklarına, Kocaeli ve bazı çevre il ve ilçelere yüzbinlerce işçi aktı fabrikalardan. İstanbul’un bir kez daha fethedildiğini yazdı gazeteler. Ama bu kez fetih emekçiler tarafından gerçekleştirilmişti!

AP iktidarının zor güçlerinin hareketi bastırmak için uyguladıkları vahşet sonucunda Yaşar Yıldırım, Mustafa Bayram, Mehmet Gıdak adlarında üç işçi hayatını kaybetti, bir toplum polisi ve bir dükkân sahibi öldü, 200 kişi yaralandı ve birçok işçi gözaltına alındı. DİSK’li işçiler TİP Milletvekili ve DİSK Başkan Yardımcısı Rıza Kuas ve genel sekreter Kemal Nebioğlu’nun ifadeleriyle “Hitler ruhuna rahmet okutacak derecede” dövüldüler, “Gestaponun bile kullanmaya utandığı” işkencelere maruz kaldılar. 17 Haziran günü ilan edilen sıkıyönetim üç ay sürdü. Sıkıyönetim bildirileriyle gece sokağa çıkma ve toplantı yasağı getirildi, grev hakkı askıya alındı. DİSK yöneticileri ve bazı işçiler tutuklandı. İşçiler, sendikacılar ve eyleme katılan Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev Genç) örgüt üyesi gençler hakkında Sıkıyönetim mahkemelerinde açılan dava 14 yıl sürdü ve 1984’te tüm sanıkların aklanmalarıyla son buldu.

Yaklaşık olarak beş bin öncü işçinin işten atıldığı bu büyük kitlesel eylemde, işçi sınıfı, sendikal örgütlülüğüne yönelik saldırı karşısında sınıf tepkisini ortaya koydu ve oy vererek desteklediği partilerin siyasal çizgisini izlemeyi reddederek sınıf tavrında birleşti. Polis ve asker engeline karşı durdu. Direniş sonrasında DİSK güçlendi.

Türkiye işçi sınıfının talepler itibariyle ilk siyasal amaçlı kitlesel eylemi olan 15-16 Haziran direnişinden ve dünya ve Türkiye’de emeğin yükselen mücadelesinden etkilenen Anayasa Mahkemesi gibi yargı kurumları sayesinde istenen değişiklikler başarılamadı ve sermaye sınıfları işçi sınıfını baskılama heveslerini 1980’li yıllarda gerçekleştirecekleri 12 Eylül askeri cuntası dönemine ertelemek zorunda kaldılar.

12 Eylül sonrası 1989 Bahar Eylemleri, 2000’li yıllardaki eylemler, 2009 TEKEL Direnişi ve yer darlığından sayamadığımız birçok şanlı mücadele var emek tarihimizde… “Gezi”, taşıdığı tüm farklılıklarla birlikte, ülkemizdeki direniş zincirinin ve dahası dünya devrimci direnişinin bir parçası. Toplumsal mücadelelerde hiçbir şey gökten zembille inmiyor. Gezi’nin çoğunluğu genç kafa emekçisi olan sakinlerinin salt bir ağaç isyanından fışkırmış gibi görünen başkaldırılarının temelinde, günümüz kapitalizminin yeni liberal politikalarıyla gelen işsizlik, iş güvencesinden yoksunluk, uzun ve ağır çalışma koşulları, düşük ücretler yani kapitalizmin sömürüsü yatmakta. Sendikal alanda bir çıkış gibi görünmesine karşın 15-16 Haziran’da direnişi de düzene karşı bir isyandı.

Gezi ve Türkiye kentlerinin alanları, kafa ve kol emeğinin birlikte, yeni yöntemlerle örgütlenerek kendi geleceklerini kuracakları güzel günlerin, “…dikensiz dalları/ince kabuklu tatlı yemişleri/ geniş yapraklarıyla gelecek olan/ yepyeni bir âlemin” müjdesini veriyor bizlere.

Alkışlayalım onları.