Fazıl’ın ‘Sây’ı

Serpil Güvenç'in “Fazıl’ın ‘Sây’ı” başlıklı yazısı 27 Nisan Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Padişah halife şeriat sopa
Saray cellât kuyu zindan
Halk bukağı zincir kelepçe
Anayasa kur’an İslam ümmet
Eğitim medrese dua kul köle
Karşıdevrim kadın örtü fetva
Egemenlik yobazındır”
(‘Taş Tanrılar’, Ali Yüce)

Arapça’da çalışma, emek anlamına geliyor Sây sözcüğü. Say ailesine de çok yakışıyor. 1960’lı yıllarda tanıştığım Ahmet Say siyasal kişiliğinin yanısıra üretken bir gazeteci ve yazar. Sosyalist duruşunda direnen ender insanlardan. 12 Mart’ı izleyen yıllarda hayat gaileleri nedeniyle uzun bir süre görüşemedik. “Ağaçlar Çiçekteydi” başlıklı kitabının hazırlıkları sırasında Halit Çelenk’in evinde yeniden buluştuk ve geçmişe uzandık. Fazıl’dan söz ettiğimizi anımsıyorum. Ahmet’in oğluyla ilgili sarfettiği her cümle ve gözlerindeki ışıltı ona duyduğu derin sevgi ve kıvancı açığa vuruyordu. Haklıydı da. Fazıl dünya çapında bir besteci ve piyanist olmuştu. Ülkenin içinde bulunduğu ortam nedeniyle düşüncelerini açıklamaktan sakınmayacak kadar medeni cesaret sahibi olan oğlu için tedirginlik duymaktaydı. Ama ülke sınırlarını aşan başarısının bir tür koruma sağlayacağı kanısındaydı.

AKP yargısı bir çoğumuz gibi baba Say’ı da yanılttı. Sanal bir suçtan gerçek bir ceza üretildi. Beş yıl süresince konuşma ve eleştiri hakkı elinden alındı Fazıl’ın. Aslında ortada bir yanılgı yok. On yıldır adım adım uygulanan ılımlı İslam projesinin uygulama zincirinin yeni bir halkasıyla karşı karşıyayız. Ahmet Şık’ın kulaklarını çınlatalım bu arada çünkü sadece cemaate değil dine dokunan da yanıyor.

Say kararı birkaç açıdan önem taşıyor. Türkiye’de her zaman dokunulmazlığı olan dinsel konuların ve özellikle de Sünni inancının iyice tabulaştırıldığının yeni bir kanıtı. Bunun yanında, mahkeme ünlü bir sanatçının bile dokunulmaz olmadığını gösterdi kitlelere. Bu konularda dış dünyadan gelebilecek baskıların zerre kadar dikkate alınmadığını da. Sanatın toplumsal alandaki etkinliği düşünüldüğünde, diğer bir deyişle ünlü sanatçılara halkın gösterdiği yakınlık ve sevgi değerlendirildiğinde, verilen mesajın hedefinde olan kesimlerden birisinin, AKP politikalarına direnen sanatçılar olduğu ortada. Yasalarda olmakla birlikte AKP öncesinde uygulandığını pek duymadığımız Türk Ceza Kanunu’nun “216” maddesi, artık Demokles’in kılıcı gibi insanların tepesinde sallanıyor. Bırakın “dini değerler”i, bundan sonra Kuran kurslarını, çocukların türbanla okula gelmesini, eğitim kurumlarındaki dinselleşmeyi, ders kitaplarındaki gerici revizyonları, ezan sesinin yüksekliğini ve belki de 4+4+4’ü bile tartışmak bir cesaret konusu haline gelecek.

Konunun bir diğer yönü, bölgedeki emperyalist yeniden yapılandırma çalışmalarıyla ilgili. Avrupa’da kanlı mücadelelerin ardından gelen Aydınlanma Çağı ve hoşgörünün İslam dünyasında yaşanmadığını biliyoruz. 1970’li ve 80’li yıllarda, SSCB’yi çevreleyen Orta Doğu, Orta Asya ve Güney Asya ülkelerinin çoğu İslam ülkeleriydi. Sovyetler’i sınırlamak ve geriletmek için ABD tarafından uygulanan “Yeşil Kuşak” stratejisinde İslamiyet’in bu özelliğinin de dikkate alındığı kuşku götürmez bir gerçek. 2000’li yıllardan itibaren, Oktar Türel’in vurguladığı gibi ABD, Orta Doğu’da adeta bir “İslam enternasyonali” biçiminde yükselen ve sermaye-ABD yandaşı İslamcı hareketlerle 70’li yılları anımsatan bir yakınlaşma çabası içine girdi. Bu açıdan bakıldığında, söz konusu “enternasyonal”in üyesi olduğu şüphe götürmeyen AKP’nin bir fizik, matematik, astronomi, felsefe bilgini ve takvim uzmanı olan ve İran’da on birinci yüzyılda dünya, varoluş, yaradılış, yaratan, devlet ve hayata dair konularda akıl yürüten Ömer Hayyam’ın rubailerindeki eleştiriye karşı ve Fazıl Say’a karşı tahammülsüzlüğünü anlamak pek de zor olmasa gerek.

İnsanların gittikçe daralan bu elbiseye daha ne kadar dayanacağını yaşayarak göreceğiz.

Fazıl Say’ın notalarında can bulan ve dünyayı dolaşan onca güzellik ise bu gerici çembere ve cehalet karanlığına sığmaz. Bilgisizliğin bilime duyduğu kin ve nefret ne kadar zorlu olursa olsun, tarihin sayfaları Engizisyonun hışmına uğrayan bilginlerin yüz yıl sonra da olsa heykellerinin dikildiğini yazıyor.

Delip geçse de bu günler geçer.

Ömrün uzun, sâyın daim olsun Fazıl.